“Kuran’da kadın ve erkek (II) : Zevc Kavramı

“Kuran’da kadın ve erkek (II) : Zevc Kavramı

Bir önceki yazımda girişini yaptığım “Kuran’da kadın ve erkek: Nisa, rical, ünsa, zeker, imraat, emerae ve Kuran’da eril-dişil gramer yapısı kullanımı” konusunu incelemeye devam ediyorum.

Bu yazıda “zevc” kavramını incelemeye çalışacağım.

İlk yazı için link

Kuran’a göre kadın erkek eşit midir? Kuran kadınları erkeklerden daha aşağıda mı görür? Kuran’da erkek ve kadının şahitliği farklı mıdır? Kuran’da hitap erkeklere mi? Kuran kadına boşanma hakkı tanımaz mı? Miras paylaşımında kadınlara haksızlık mı yapılmış? Kuran neden peygamberin eşlerinden bahsediyor? 
Uzun bir çalışmanın bir parçası olan bu çalışmanın amacı,  yukarıda yer alan ve benzeri sorulara doğrudan cevap aramak değildir. Düşüncem odur ki, yukarıdaki sorular Kuran’daki bazı kavramların yanlış anlamlandırılmasından dolayı oluşmuştur. Konuyu etraflıca incelemeyi başarırsam; ortaya çıkacak yeni sorular yukarıdaki soruların boyutunu değiştirecek, yepyeni ve taze sorulara evrilecektir.   

Bu yazı,  çalışma notlarımdan oluşmaktadır ve içerisinde hatalar barındırabilir. 
“Zevc” konusunu anlamaya ihtiyaç duyduğunuz zaman bu notlar işinize yarayacaktır. Bir bütün halinde ayetleri tefsir etmek gibi bir iddiam yok. Ben de yazarken bir yandan öğreniyorum.
Kur’an çalışanlarına faydalı olması umuduyla… 
ZEVC KAVRAMININ KUR’AN’DA KULLANILIŞININ İNCELEMESİ

İçerisinde “zevc” kelimesi geçen ayetler: Tümü için link

ZVC: İster benzer ister zıt olsun; başka biriyle beraber olan her şeye de “zevc” denir. (R.El Isfahani-Müfredat)

Kuran çevirilerinde ve tefsirlerinde “karısı/kocası” anlamı vermenin uymadığı diğer tüm ayetlerde zevc kavramına “çift, denk, tür, sınıf, yandaş, benzeri” gibi anlamlar verilmiştir. (Örnek: Vakıa 7, Tekvir 7, Şuara 7, Lokman 10) Ancak eğer ayetlerde insandan bahsediliyorsa, burada geçen “zevc” in insanın karısı/kocası olduğu konusunda bir ittifak vardır.

Bu çalışmadan ben insan söz konusu olduğunda “Zevc” kelimesine bugüne kadar verilmiş olan anlamının yanlış olabileceğine dair izleri bu yazı boyunca arayacağım. Ve bu yazıya gelebilecek itirazları biliyorum. Kuran’ı gerçekten Kuran’la anlamaya gayret gösteren Kur’an çalışırlarının yapacağı tüm eleştirileri “birlikte yol yürümek” olarak ele alırım. Fakat; “sen sözlüklerden anlam seçiyorsun; ıstılahi anlam bunlar değişmez; tahrif yapıyorsun, ilmi değeri yok, sen alim misin” diyeceklerle anlaşamayacağız. Çünkü böyle diyenlerin savunması esasında “sözlüklerden şimdiye kadar seçilmiş olan anlamlar doğrudur, asla tartışılamaz” demekten öte bir şey değil.

Kısaca “ıstılahi anlam” ne ona bakalım:

Istılahi anlam konusuna “CENNET kavramı üzerinden bir kaç eleştiri getirmek istiyorum: Tüm kaynaklarda, cennet kelimesinin cenn kökünden (örtmek, gizli olmak) türeyen bir isim olduğu, bitki ve ağaçları ile toprağı örten bahçe anlamında kullanıldığı kabul edilir. Fakat bazı ayetlerde (ahireti ilgilendiren ayetlerde) bu esas anlam değil “ıstılahi manası” devreye girer (Âhiret hayatında müminlerin ebedî saadet yurdu olan yer )

“dinimizislam” isimli web sitesinden. Kuran’da bu ve buna benzer üretilecek binlerce soruya cevap olacak en ufak bir ayrıntı dahi göremezsiniz. Biliyor olduğunu sandığınız kavramları Kuran’dan tekrar incelemeye hazır mısınız?

Peki nasıllığını bilmediğimiz “o yer”in adı gerçekten “cennet” mi? Yoksa Kur’an bize bir işaret, bir sembol mü verdi? Benim iddiam o ki, biz “ıstılahi anlam” diyerek; Kuran’ın kelime seçimi üzerine düşünmeyi unutuyoruz ve “cennet” sanki bir mekanın adıymış gibi algılamaya başlıyoruz. Sonra da diğer konuları bunun üzerine bina ediyoruz.

Şimdi içerisinde “zevc” geçen ayetlere notlar düşmeye başlayabiliriz.

2:25

Ayetin Arapça transkripti: Ve beşşirillezîne âmenû ve amilûs sâlihâti enne lehum cennâtin tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min kabl(kablu) ve utû bihî muteşâbihâ(muteşâbihan), ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Geleneksel/kabul edilmiş meal: İnanan ve iyi işleri yapanlara da müjde ver: Altından ırmaklar akan CENNET onlar içindir. Kendilerine hangi üründen sunulsa: “Bu bize daha önce de sunulmuştu.” derler; ama onlara onun bir benzeri verilir. Orada kusursuz hale getirilmiş eşleri (EZVACUN) de olur ve ölümsüz olarak kalırlar

Cenneti Türkçe’ye “bahçe” olarak çevirebiliriz. Zaten Arapça anlamı “bahçe” demek. Bu şekilde kullanımlar Kuran’da var. (El-Cennet şeklinde belirlilik takısı almayanlar “bahçe” olarak çevriliyor) Ancak “bahçe” desek veya daha doğru bir karşılık bulsak da ifadenin “sembolik” olduğu akıldan çıkarılmamalı. (Türkçe de “el”, “the” gibi belirlilik ön takıları olmadığı için bu takıyı alanları şöyle çevirebiliriz: “Kastedilen bahçe”. Bu bahçenin altından ırmaklar akıyor. Bu ifadelerin “sembolik” olduğu aşikar.

Ayetle ilgili notum ise : “Zevc” herkes için söz konusu. “Birden fazla evliyse hangisi ile evlenecek” vb. sorular insan üretmesi. Gelin, zevc kelimesine “eş/karı/koca” anlamı yüklemeden aşama aşama, ayetleri okuyarak tekrar düşünmeyi deneyelim…. Elimizdeki kesin bilgi şu: “Cennet” olarak sembolize edilen/kodlanan hakikatte “ZEVC” var.

2:35

Ve kulnâ yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete ve kulâ minhâ ragaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne).

Sonra “Ey Adem!” dedik “Sen ve eşin (zevcuke) cennete yerleşin, orada dilediğinizden serbestçe yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın, yoksa yaratılış gayesi dışına çıkmış olursunuz.”

Notum: Adem-Havva şartlaması yüzünden buradaki “zevc” kavramını koşullu anlıyoruz.Oysa Kuran “Havva” dan bahsetmez. 2:25’de iman edenlere bahçede (cennet) “zevc” vaadedilirken, bahçede (cennet) olan ademle birlikte zevc’in de olduğuna dikkat. Zevc ile bahçe’nin ilişkisi ne olabiilir? Öte yandan cennette var olduğu iddia edilen “huri” kavramını Adem ile ilgili ayetlerde göremiyoruz. Bir diğer husus; Adem’de “zevcler” yok, “zevci” var.

Bakın devamında 2:36-37 ve 38’de nasıl ifadeler geçiyor?

Şeytansa oradan onların ayaklarını kaydırdı, onları bulundukları makamdan çıkarıverdi. Dedik ki: Bazınız, bazınıza düşman olarak inin buradan.Adem, Rabb’inden kelimeler aldı. Bunun üzerine onun tevbesini kabul etti. O, yönelişlere karşılık verendir, Rahim’dir.”Oradan topluca (hepiniz/cemian) ininiz,” dedik, “Benden size bir yol gösterici geldiği zaman, o yol göstericiye uyanlar için artık bir korku yok ve onlar üzülmeyecekler.”

Ağaca yaklaşan ADEM VE ZEVCİ, devamındaki ayetlerde çoğul ifadelerle belirtiliyor. “Bazınız bazınıza” ; “hepiniz (cemian) ifadeleri “Adem ve Havva” anlayışını ciddi olarak sorgulamamız gerekiyor.

Peki zevc “karısı” değilse ne olabilir? Yol arkadaşı, birlikte hareket ettikleri kişiler olabilir mi?

2:102

Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût(mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer’i ve zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhireti min halâkın, ve le bi’se mâ şerev bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).

Ve onlar, Süleyman’ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe Harut’a ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: ‘Biz, yalnızca bir fitneyiz (sizin için bir sınavız veya ayartıcıyız), sakın inkâr etme’ demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle (mer’i) karısının (zevcihi) arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun, bunu satın alanın, ahiretten hiç bir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi.

EK KAVRAM: MeRaE (Mim Ra Elif) م ر أ

Notum: 101-102 ve 103 ‘ü birlikte okuduğumuzda “sihir ile eşlerin arasını ayırma” eyleminin konu bütünlüğünde bir yeri olmadığını görüyoruz. Tam tersi ayetin odaklandığı tüm sonuçlar toplumsal.

Ayette “erkek ve karısı” olarak çevrilen kısımda, erkek demek için neden “mer’i” seçilmiş. Siz de Kuran okurken bir kenara not alın. Çevirilerde tutarsızlık göreceksiniz. Orada daha sonra inceleyeceğim kavramlardan olan “zeker” kelimesi de yazsaydı da erkek ve karısı diye çevireceklerdi; “rical” yazsaydı da…. Fark ne?

Ayette geçen ” mer’i ve zevcihi” ifadesi “karısı ve kocası” olarak çevriliyor. ” MeRaE ” kavramı Kuran’da eril ve dişil formlarda kullanılıyor. Allah kişi (el-mer’i) ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.  (Enfal-24,Eril Kullanım) .. karım (imraeti) kısır olduğu, ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde…(Meryem 8, Dişil kullanım ) Özellikle Meryem 8’de “karım kısır” derken neden “zevc” kullanılmıyor da imraat kullanılıyor.Kavramların arasındaki farkların gözetilmeden anlamlandırıldığına dair bol bol örnek göreceğiz. (2:228’deki bu’ûletuhunne -ba’l” kavramı da “kocası” diye çevriliyor.)

EK KAVRAM: Ba’l (Be-Ayn-Lam) ب ع ل

Bir Kuran çalışırının 2:102 ayetine dair alternatif çeviri çalışması ve notları, bu notlarda bir çok kavrama alıştığımızın dışında anlamlar verildiğini göreceksiniz.

Onlar (2:101 kitap ulaşmışlar,yazılı ana-yasaları olanlar) Süleyman’ın (barış önderinin) mülkü (yönetimi, nübüvvet misyonu) hakkında şeytanların (ard niyet taşıyan kimselerin, vahye başkaldıran görevlilerin) tilavet ettiği – okuduğu, anlattığı – şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman, inkâr (yönetiminde adalet ve barış misyona nankörlük,ihanet) etmedi.
Aksine şeytanlar halka (nas’a), sihri (hadisleri – sahte rivayetleri/anlatıları) ve (bu konuda) iki meleğin (halka öğüt veren/masum olması gereken görevliler), Harut (başı çeken) ve Marut’un (yardımcısı örgüt), kitap/külliyat (babila) ile ortaya koydukları şeyleri öğretmekle (misyonu örtbas ettiler) kâfir oldular. Ve oysa O ikisi, “Biz sadece bir fitneyiz (meseleleri saflaştıranız,açıklayanlarız / düzen kurucularız ). O halde (bu okunanı,anlatılanı red etmeyin) kâfir olmayın.” * (Bu öğrettiklerimiz vahiy düzeniyle ile çelişmiyor) demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi 3:7,6:112-113.

Fakat o ikisinden, birey ile toplumun / önder ile izleyenlerinin (onun insanının) (zevc-hi) arasını açacak  – fırkalaştıran – şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah’ın buyrukları geçerli/yaşatılır iken (izni varken) onunla (bu anlatımlarla) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar 9:107. Ve andolsun ki onlar, onu (bu anlatıları ve ona ait bilgileri) satın alan (benimseyen) kimsenin ahirette (uzun vadede, barış yurdunda) bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler**(tapınak inançlarının acı gerçeği – sosyal-adalet sistemı oluşturamamaları). Elbette onunla (bu anlatılara karşılık) nefslerini/birbirlerini sattıkları (benimsettikleri) şey ne kötü, keşke bilselerdi. [3:7 teşbih ve kalbinde hastalık olanlar, 6:112,113, 9:107 mescidi zarar]

Tartışma:

Süleyman: Silm-man, barış selamet önderi

b-b-l: Babila; bible, kitap, kütüphane bu kökten turuyor. (Not : Linkler maalesef çalışmıyor)

http://cal.huc.edu/oneentry.php?lemma=bblywn
http://cal.huc.edu/oneentry.php?lemma=bblytq

Melek (yasalara göre icra eden görevliler) zaman içinde şeytanlasması (halka karşı art niyet gözetmeleri)

Harut: ھرت which means to pierce, to injure one’s honour, Man with long corners of mouth .

Marut: مرت which means desert, land without vegetations, hairless . Harutun yardımcısı/asistanlari. Imraat ifadesinden uretilmis olabilir.

Harut ve Marut kitaplari Yecuc ve Mecuc’un cikisiyla iliskili. Harut ve Marut –> Harun ve Musa?

6:112 Böylece, her peygambere insanlardan ve cinlerden olan sapkınları düşman kıldık. Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözleri vahyederler. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Onlara ve ettikleri iftiralara aldırma.

6:113 Bir de ahirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin de ondan (bu yaldızlı ve içi çarpık sözlerden) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını yüklenedursunlar.

Çabam ayeti bir bütün olarak anlamak değil fakat yukarıda yer verdiğim çalışmada “zevce ve mer’i” kısmına ” birey ile toplumun / önder ile izleyenlerinin (onun insanının) (zevc-hi) arasını açacak ” olarak anlam verildiğini not alalım.

2:230-232-234-240

Notum: Bir bütün halinde diğer kavramlarla birlikte başka bir yazıda incelemeye çalışacağım. (2:220-237 arası bir bütün)

3:15

Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).

De ki: Bunlardan daha hayırlısını size haber vereyim mi? Muttakiler (sakınanlar) için Rableri katında, altlarında nehirler akan Cennetler vardır. Onlar orada ebedidirler. Ayrıca onlar için, temiz zevceler ve Allah’ın rızası vardır… Allah, kullarını çok iyi görendir. 

Notum: ” temiz zevceler ve Allah’ın rızası ” birlikte anılıyor. “Orada “limon” var ve Allah’ın rızası var” Limon olması ile Allah’ın rızası arasında ilişki kurabildiniz mi? Zevce olunca nasıl bir ilişki kuruyorsunuz peki? “Cennetler, altında ırmak akması ve temiz zevcler” ifadeleri sembolik. Fakat bu ayetler biz anlayalım diye. Kavramlara anlam yüklemeyip, zihnimizi özgür bırakırsak anlama ihtimalimiz çok daha fazla.

(Buradaki “temiz” olarak çevrilen “tahir” kelimesi صُحُفًا مُطَهَّرَةًۙ 98:2 de de kullanılıyor. “Temiz sahifeler”. )

4:1

Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisâe(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî, vel erhâm(erhâme) innellâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben).

İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan (halaga fiili ) , ondan da eşini yaratan (halaga fiili) , ikisinden pek çok erkek ve kadın yayan (besse) Rabbinizi dinleyin. Adına birbirinizden isteklerde bulunduğunuz ALLAH’a saygı gösterin; akrabalara da… ALLAH elbette sizi Gözetlemektedir

Notum: Kuran’da geçen iki ayrı form “insan” olarak çevriliyor. Birincisi أ ن س ( Elif Nun Sin) diğer ise ن و س (Nun Vav Sin). Bu ayetin başında geçen ise Nun Vav Sin ( En-Nas) ” “Nâs” insan kelimesinin çoğuludur, insanlar, halk demektir. ” şeklinde açıklanıyor. Bu açıklama beni tatmin etmedi çünkü, 1-) El-“Mu’cem El-Mufehres ” gibi Kuran fihristlerinde bu ikisi ayrı kavram olarak listelenmiş. 2-) Elif Nun Sİn formu da “ünas” olarak çoğul formunda kullanılmış. ( örnek 2:60) O halde bu ayeti “insanlar” olarak değil de “Ey halk” diye çevirerek başlamak lazım. Peki, tür olan “insan” a değil de “halk” a seslenerek başlayan ayet hemen devamındaki ayetlerde “yetimler” den bahsedecekse, bu ayetin içeriğini de toplumsal anlamamız gerekmez mi?

El-müfredat “nas” bahsinden alıntı.”Nas” denildiğinde kendisinde belirli özellikleri toplamış, o özelliklerle ön plana çıkmış topluluk kastediliyor.

“Sizi tek bir nefisten ondan da zevcini yaratan” ifadesi “Adem-Havva” yakıştırması olarak ya da “insan türünün oluşması” şeklinde anlaşılmış. Ayetin “el-insan” a hitap değil de “en-nas” a hitap olması bu ayette “insan türü” ile ilgili bir sesleniş olmadığını düşündürüyor. Bu durumda da devamındaki anlam değişiyor. 51:49 ayetinde “her şeyi zevciyle yarattık” diyor. En-Nas’ın zevci nedir? En-nas ve zevcinden “ricaller” ve “nisalar” oluşacak. Ayetin devamında “NİSA” ve RİCAL” kavramı geçtiği için ileride ayete döneceğim.

Not: İlk yaratma işin “bede’e” fiili kullanılır. Halaga fiili gördüğünüz yerde öncesinde başka bir sebep arayın. “Sizi bir tek nefisten halaga eden” ifadesi insan türünün ortaya çıkışı olmaz. Kaldı ki “Adem-Havva ve yaratılış” olarak anlaşılan ayette halaga fiili değil (2:30) celae fiili kullanılmıştır. (Bakınız aşağıda 7:189 notları)

Ek kavram: RİCAL ve NİSA

4:12 ve 4:20

4:12’de “rical” kavramı da geçiyor. Bu iki ayet ileride incelenecektir.

4:57

Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti senudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve nudhıluhum zıllen zalîlâ(zalîlen).

İnanıp erdemli davrananları ise içinden ırmaklar akan cennetlere (bahçelere) yerleştireceğiz; orada sürekli kalırlar. Onlar için orada tertemiz eşler var. Onları serin gölgelere sokacağız.

Not: Yine bahçe/cennette vaadedilen “zevc”. Bahçe/cennet ayetlerinde var olduğu belirtilen “zevc”in “karşı cinsten münasebet arkadaşı” olarak anlamamız için bir gerekçe hala bulunmamakta.

6:139-142

Ve kâlû mâ fî butûni hazihil en’âmi hâlisatun li zukûrinâ ve muharremun alâ ezvâcinâ, ve in yekun meyteten fe hum fîhi şurekâu, se yeczîhim vasfehum, innehu hakîmun alîm(alîmun).

Dediler ki: «Şu hayvanların (en’am) karınlarında (batın) olanlar yalnız erkeklerimize (zeker) aittir, kadınlarımıza (ezvac) ise haram kılınmıştır. Şayet (yavru) ölü doğarsa, o zaman hepsi onda ortaktır.» Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

Not: Öncelikle 6:136 ayetine bakalım. Bu ayette literal olarak okursak , ortak koşucuların ” Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah’a bir hisse ayırmakta ve kendilerince: “Bu, Allah’a ait; şu da ortaklarımıza ait” demekte” oldukları beliriliyor. Bir sonraki ayette ise helake düşürmek, hem kendi aleyhlerinde dinlerini karmakarışık kılmak için  çocuklarını öldürmeyi süslü gösteriyorlar. Bir sonraki ayette ise ” ‘Bu hayvanlar ve ekinler dokunulmazdır. Onları bizim dilediklerimiz dışında başkası yiyemez. ” diyorlar. 139. ayette de diyorlar ki ” ‘Bu hayvanların karınlarında olan, yalnızca bizim erkeklerimize aittir, eşlerimize ise haramdır.  “

2:136-139 ne anlatıyor? KAVRAMLAR yerli yerine oturmayınca, ortada kalan sadece “eskilerin masalları” oluyor. Bir dönem olmuş bitmiş “putperest Arap toplumun adetleri” denilip geçiliyor. Oysa Allah bu 3 ayette bize bir şey anlatıyor olmalı değil mi? Bu ayeti tam anlamak içim “nisa” ile de birlikte kullanılan “hars” kavramı , “çiftlik hayvanı olarak anlamlandırılan “en’am”, kavramı , çocukları anlamı verilen “evlat” kavramı da tam açıklanmalı ki bu ayetin aslında tam günümüze de uyan bir mesajı içerdiği anlaşılsın. BU başka bir yazının konusu olsun. Zevc kavramı çerçevesinde notum şu olsun:

Neden ZEKER? Zeker’i kavrarsak “onun zevci” ni de kavrarız. Bunu kavrarsak zeker yerine neden rical ya da merae ya da ba’al kullanılmamış açıklayabiliriz. Emin olun şu an için kimsenin açıklaması yok. Varsa tefsirlerde böyle bir soru ve bu sorunun tam cevabı lütfen bana iletin.

Ek kavram: Zeker

Ek kavram : Ünsa

Zeker ve ünsa kavramlarını işlerken iki ayet tekrar karşımıza çıkacak.

7:19

“Adem, sen ve eşin cennette durup dilediğiniz yerden yeyin. Şu ağaçtan yemeyin; yoksa zalimlerden olursunuz.”

Not: Adem ve zevci, yine cennetle birlikte geçiyor.

7:189

Huvellezî halakakum min nefsin vâhıdetin ve ceale minhâ zevcehâ li yeskune ileyhâ, fe lemmâ tegaşşâhâ hamelet hamlen hafîfen fe merret bihî, fe lemmâ eskalet deavâllâhe rabbehumâ lein âteytenâ sâlihan le nekûnenne mineş şâkirîn(şâkirîne).

Sizi bir tek candan (Âdem’den) yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini (Havva’yı) yaratan O’dur. Eşi ile (birleşince) eşi hafif bir yük yüklendi (hamile kaldı). Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah’a: Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız, diye dua ettiler. (Diyanet Vakfı Çevirisi)

Not: Ayette “adem” kelimesi geçmiyor fakat parantez içinde eklendiğini görüyoruz. Ayetin ilk ifadesine dikkat :

Huve ellezî halakakum min nefsin vâhıdetin ve ceale minhâ zevcehâ

Şİmdi de Nisa 1’e tekrar bakalım:

(Yâ eyyuhen nâsu ttekû ) rabbekum ellezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ

İfadeler aynı; tek farkla ; birisinde “ceale” fiili varken diğerinde “halaka” fiili var. Nisa 1 ‘de “en-nas” kullanılması dolayısı ile “insan türünün” oluşmasından bahsedilmediğini düşündüğümü söylemiştim.Bu ayette geçen “ceale” fiili bu düşüncemi kuvvetlendiriyor. Aynı olay iki farklı fiil ile ifade edilmiş. Celae “atamak” demek. Bir halden/durumdan diğerine geçirmek. “Biz” yani en-nas ( belirli bilince erişmiş halk/topluluk) çeşitli aşamalardan geçerek bilinçlenince (akıl, hafıza, erdem nosyonlarına ulaşınca) , ondan zevci ortaya çıkıyor.

Bu iki fiil farkının kattığı anlam hiç bir çeviride ve tefsirde incelenmemiş.

“Nefsin vahidetin” dişil bir ifadedir; ondan sonra gelen zamirler de dişil olur. Ayette geçen dişil gramer kullanımları zihinleri hep “bir dişiden bahsediyor olmalı ” fikrine itmiş olabilir. Kavramlardan sonra eril-dişil gramer kullanımını da incelemeye çalışacağım. Yolumuz çok uzun.

Ayetin devamına bakalım: Ayette “hamile kalma” olayının vuku bulduğu öne sürülmüş. Oysa ki “bize bir SALİHAN” verirsen diye çağrıda bulunuyorlar. Bir sonraki ayette o “SALİHAN”ı “ORTAK” olarak atıyorlar/dönüştürüyorlar. 191: Bir şey yaratamıyan (halaga) , aksine yaratılmış olan şeyleri mi eş koşuyorlar?

“Salihan” a “çocuk/kusursuz çocuk” demişler. Oysa Arapça’da da Kuran’da da “doğan çocuk” için kullanabilecekleri başka kelimeler var. Bu ayetteki SALİHAN çocuk değil.

7:73’de “salihan” bize öğretiliyor. Ve-ilâ śemûde eḣâhum SALİHAN ( Semud halkına da kardeşleri Salih’i gönderdik.  )

En-Nas Zevci ile bir araya gelince ortaya “SALİHAN” çıkması umuluyor. Salih “düzeltici” demek. Düzeltici olarak düşünülen kurumlar sonradan Allah’a ortak koşulabilir mi?

SALİHAN (eril form) SALİHATÜ (dişil form); bu ayette salihan için “erkek çocuk” demiyorlar ama bazı ayetlerde “salihatü” ifadesine “saliha kadınlar” diyerek gramatik form yüzünden “kadın” kelimesini eklediklerini göreceğiz.

O sizi tek bir nefsten oluşturdu ve teskin olması için ondan zevcesini atadı. (Zamire göre dişi olan/dişi zamir) ne zaman hafif bir yük yüklendi onu gezdirdi. Ne zaman (o yük) ağırlaştı rableri olan Allah’ı çağırdılar “eğer bize bir düzeltici (salih) verirsen elbette karşılığını verenlerden oluruz. ” Fakat ne zaman onlara bir düzeltici verdi, kendilerine verdiği şeyde onu ortak haline getirdiler. Oysa Allah ortak koştukları şeyden yücedir. Hiçbir şey oluşturamayan , bizzat kendileri oluşturulmuş olan şeyleri/kişileri mi ortak koşuyorlar? Onlar, ne bunlara bir yardım sağlayabilirler ne de kendi benliklerine yardımcı olabilirler. Onları, iyiye ve güzele çağırsanız sizi izlemezler. Ha onları çağırmışsınız ha sus-pus oturmuşsunuz. Sizin için birdir. Allah dışında çağırdıklarınız da sizin gibi kullardır. Eğer iddianızda haklıysanız, hadi çağırın onları da size cevap versinler.

Araf:189’dan itibaren devam eden ayetleri yazdım. Araf suresinin sonuna kadar konu bütünlüğü devam ediyor. Bir kimsenin karısı ile çocuk yapmaları ve onu şirk koşmaları ile ilgili hiç bir atıf yok. Devamını dikkatli okursanız bu kadar sözün “çocuklarını eş koşan” için söylenmediğini farkedeceksiniz. Kuvvetli kanaatim odur ki “zevc” burada kesinlikle “karısı/kocası” anlamındaki eş değil. Ya ne diyecek olursanız, karşılığını henüz tam oturtamıyorum. Ama ayetler bütünü sosyolojik gerçeklerden bahsediyor. Kuran sakınanlara seslenerek başlar. Sakınanlar yaşadığımız hayatın meseleleri üzerine kafa yoranlardır. Toplumların neleri düzeltici addettiklerini sonra onları Allah’ın sistemine karşı kullanarak nasıl bir çöküş içerisine girdiklerini iyi analiz etmek gerekiyor.

9:24

Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâretun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye´ tiyallâhu bi emrih(emrihî), vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn(fasikîne).

De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz/menfaat çevreniz, elde ettiğiniz mallar, kesadından korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden konutlar sizin için Allah’tan, resulünden ve Allah yolunda cihattan daha sevimli ise artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, yoldan ayrılmış bir topluluğu doğruya ve güzele kılavuzlamaz.”

Notum: Ayetin başında geçen “abaukum” u “babalarınız” diye çevirmişler. Bazıları “atalarınız” olarak çevirmiş ki daha doğrusu bu. Devamındaki “ebnaukum” yani “oğullarınız” olarak çevrilen kelimeyi nasıl anlayacağız? Burayı bazı çevirmenler “çocuklarınız” olarak meallemiş. Oysa ki “evladikum” ifadesine de çocuklarınız diyorlar. OĞUL ifadesi Kuran’ın yeniden anlam yüklediği özel ifadelerden birisidir. BNY “bina” kelimesi de bu kökten gelir. “beni İsrail/israioluğulları” ifadesi birisinin erkek çocuğu olmayı değil; belki aynı kan bağından ama kuvvetle muhtemel aynı ideolojiden (babadan/ atadan/fikir yapısından) olmayı ifade eder. (bknz:3:61) Dolayısı ile Allah ve resulünden daha sevimli olması ihtimali için ayette sayılan “zevce” de “bir kimsenin karısı veya bir kimsenin kocası” anlamında olmak zorunda değil. Ona o anlamı belki de biz yükledik. Eğer ideolojiniz, yetişmiş nesilleriniz,

“Zevc” kelimesinin El-Kitap’ta 81 adet kullanıldığını ifade etmiştim. 13:23 ayetinden sonra ayetler hakkında tek tek not eklemeyeceğim. Zira, 13:23 ayeti zannımca “zevc” kelimesine yüklenen “karısı” anlamının yanlış olabileceği hakkında kuvvetli bir delil daha veriyor. Bundan sonra 81 ayetten “kuvvetli delil” içerenler hakkında kısa notlar sunacağım.

13:23

Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).

(Bir önceki ayetteki işleri yapanlar)  oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır.

Not: İyi iş yapanın ödüllendirilmesini anlıyoruz. Peki “babaları” , “eşleri (zevc) ” ve “soyları (zürriyet) ” neden ödüllendiriliyor? Diğerleri neden sayılmamamış?

2:124 Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. «Soyumdan (zürriyet) da dedi.

İbrahim peygamber neden “kan bağı olanların” da önder olmasını istesin? Peygamber “insanlara” faydalı olmaya çalışır. Soy gözetmesi beklenmez. Muhtemelen “zürriyet” kavramına da kestirmeden soy denilerek anlam yüklemesi yapılmış. Ama ayetleri derinlemesine düşününce en azından başka bir anlam olabileceğinin işaretleri ortaya çıkıyor.

Buraya kadar özetlersek; zevc’in zannedildiğinin aksine “bir şeyin eşi, dengi; yoldaş, mevkidaş.; bir ideolojinin taraftarı / izleyeni ” anlamında kullanıldığını düşünüyorum. Bu kavramın daha sonra değineceğim “imraat” kavramı ile yolları kesişecek. Kavramları özellikle “kıssa” lardan iyi takip etmek gerekli. Çünkü kıssalar’ın bir fonksiyonu da “el-Kitap”ın kelimelere hangi anlamları yüklediğini, terminolojinin bize verilemesini sağlamak.

Bir sonraki ayet de bu düşüncemi destekler mahiyette: ( 40:8 için de benzer şeyleri söyleyebilirim)

13:38

Senden önce elçiler gönderdik ve onlara eşler (zevc) ve çocuklar (zürriyet) verdik…. ALLAH’ın izni olmadan hiç bir elçi bir mucize getiremez. Her dönemin bir yazgısı vardır.

Burada elçilerin “karılarından” ve “çocuklarından “bahsetmiş olamayacağını sezebiliyor musunuz? Ayrıca, devamındaki ” ALLAH’ın izni olmadan hiç bir elçi bir mucize getiremez.” ifadesinin konu bütünlüğü ile alakasını kurabiliyor musunuz?

13:36- Kendilerine kitap vermiş olduklarımız sana indirilene sevinirler. Bazı gruplar onun bir kısmını inkar ederler. De ki: “ALLAH’a kul olmakla ve O’na ortak koşmamakla emredildim. O’na çağırırım ve dönüşüm de O’nadır.”

13-37 Böylece onu Arapça bir yasa olarak indirdik. Sana gelen bilgiden sonra onların keyfine uyarsan ALLAH’a karşı ne bir dostun ne de bir koruyucun olamaz

Bu iki ayette görüyoruz ki, bir misyonu yüklenmiş olan’a karşı bir karşı duruş, çeşitli toplumsal direnişler var. Ayetleri biraz gözümüzde canlandırmayı denersek, daha kolay anlaşılıyor: Örneğin senaryomuz şu olsun: Elçi “onlara uymak” tehlikesi ile uyarılıyor. Riba ayetini aldı ve bunu uygulaması lazım. Toplumda çeşitli “haksız kazanç/riba” sistemleri var, bazıları doğrudan bu sistemin içerisinde, bazıları da yan yollar bulmuş. (Örneğin, faize karşı olup “kar payı”nın meşru olduğunu savunmak) Elçi’ye “fazisiz düzen kuramazsın diyorlar, hem de ona inanıyor gözükenler diyor bunu. İşte elçi, “biz sana yasa verdik, onu uygula” diye uyarılıyor. Peki elçi bu misyonu yalnız başına yürütebilir mi? Tarihte herhangi bir “önder” yapmak istediklerini “bir ekip” kurmadan yapabilimiş mi?

Şimdi devam eden ayeti tekrar okuyalım:

Senden önce elçiler gönderdik ve onlara eşler (zevc) ve çocuklar (zürriyet) verdik…. ALLAH’ın izni olmadan hiç bir elçi bir ayet (delil) getiremez. Her dönemin bir yazgısı vardır. Allah, dilediğini bozar, dilediğini yazar ve kitabın aslı, esası, onun katındadır.

Ayetleri bir bütün olarak tüm kavramları ile incelemediğim için bazı noktalar havada kalmış gibi duruyor olabilir. Fakat konu bütünlüğü içerisinde ayetin “elçilere karılar ve çocuklar verdik” demesinin havada kaldığını görüyorum. Burada “elçi ile yoldaşlık edecek, onun mücadelesinde yanında olacak çekirdek ekipten bashedildiğini düşünüyorum.

15:88

Lâ temuddenne ‘ayneyke ilâ mâ metta’nâ bihi ezvâcen minhum velâ tahzen ‘aleyhim vaḣfid cenâhake lilmu/minîn(e)

Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya nimetine göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol!

Bu ayete ilişkin çevirilerin ağırlıklı kısmında “karısı” anlamına gelen bir yaklaşım göremeyeceksiniz. Çünkü hakim anlayışın zevc= biyolojik eş algısı burada hata vermiş. Bir önceki ayetle birlikte tekrar bakalım:

Biz sana yedi çifti ve büyük Kuran’ı verdik. Onlardan (elçilerden) bazılarına verdiklerimizi kıskanma ve onlardan (inkarcılardan) ötürü de üzülme. İnananlara kanatlarını indir. (Edip Yüksel Çevirisi)

Diğer çevirilerde “kafirlere verilenler” olarak anlaşılmışken Edip Yüksel farklı olarak “elçilere verilenler”den dolayı üzülme demiş. Ancak “zevc” kavramını çevirmemiş.

Kuran kendisini açıklıyor. 13:38 ne diyordu? Elçilerin zevc’leri ve zürriyetleri var. 15:87 diyor ki “sana da yedi çifti ve büyük Kuranı verdik” 15:88 (diğer elçilerin) ezvacen ile metalandıkları şeyleri bakışlarını odaklama. El-Kitab’ın “zevc” kavramına yüklediği anlam çok açık olarak ortaya çıkmıştır. Zevc’e “karısı/kocası/eşi” anlamı verenler bu ayette “zevc” kavramını atlayarak çevirmek zorunda kalmışlardır. (Bknz: 20:131)

Kuran’ın dili Arapların günlük dilde kullandıkları dil değildir. Kur’an Arap’ların günlük dilinden oluşan sözlüklerdeki anlamları kullanmaz. Özellikle “kıssa”larda kelimelere hangi anlamları yüklediğine dair işaretleri bize sunar.

16:72

Allah size kendi nefislerinizden eşler (zevce) yarattı (celae fiili) , eşlerinizden de sizin için oğullar (benin) ve torunlar (hafedet) yarattı (celae fiili) ve sizi temiz gıdalarla rızıklandırdı. 

El-Kitap’ta Türkçe’ye yaratmak olarak çevrilen 6-7 ayrı fiil var. Bu fiillerin hepsinin arasında fark var ancak Türkçe’ye hepsi “yaratmak” olarak çevrilerek anlam kısmen ıskalanıyor. Bu ayette geçen fiil: “celae”. Atamak, bir halden/durumdan ötekine geçirmek.

Ayette geçen ve “torun” olarak meallendirilen “hafid” kelimesi Kuran’da sadece bu ayette geçtiği için Kurandan başka bir çıkarım yapamadım. Ancak sözlüklerde “yardımcı, hizmetçi, çabuk davranan” anlamları daha önce.

Hafid kelimesinin sözlük anlamları
“Hafid”

Bir önceki ayetle birlikte okuduğumuzda ve “zevc” ve “oğul” kavramı hakkında şimdiye kadar Kuran’dan edindiğimiz bilgilerle birlikte benim anlamlandırmam şu şekilde:

Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, SÖZLEŞMELERİNİN İÇERDİĞİ ŞEYLERLE eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nimetini inkar mı ediyorlar? Allah size kendi nefislerinizden DENKLER/sizin gibi düşünenler/ekip arkadaşları atadı; DENKLERİNİZDEN DE de sizin için YETİŞMİŞ TAKİPÇİLER ve YARDIMCILAR verdi ve sizi temiz gıdalarla (yemek değil!) rızıklandırdı. Onlar hâlâ bâtıla inanıp Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

21:90

Festecebnâ lehu vevehebnâ lehu yahyâ veaslahnâ lehu zevceh(u)(c) innehum kânû yusâri’ûne fî-lḣayrâti veyed’ûnenâ raġaben verahebâ(en)(s) vekânû lenâ ḣâşi’în(e)

Biz onun da duasını kabul ettik ve ona Yahya’yı verdik; eşini de kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar (bütün bu peygamberler), hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı; onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler.

Ayetteki ” veaslahnâ lehu zevceh(u) ” kısmı “kısırlığını giderdik, çocuk doğurmaya elverişli hale getirdik” şeklinde çevriliyor. Oysa ayette ne “kısır” ne de “doğum/doğurmak” kelimeleri geçiyor. Doğru çeviri: “zevcini ıslah ettik”

23:6

23:5 : Ve öyle kişilerdir onlar ki ırzlarını (FERC) korurlar. 23:6 Ancak eşleri (zevc) ve ellerinin sahip olduğu câriyeleri ( ma meleket eymanuhum) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.

Zevc konusundaki bulgularım için daha çok itiraz gelecek bir kısım. Muhtemelen itiraz şu olacak: Kuran ayetleri işine gelmediği için sözlüklerden yakın anlamlar bulup “tahrif” etmeye çalışıyorsun! , ya da “Bunların ilmi değeri yok!”

Ayeti aşama aşama inceleyelim:

Ayet , ” Muhakkak ki, mü’minler felâha ermişlerdir. ” şeklinde başlıyor. Burada geçen “müminune” ifadesine dikkat. Çevirilerin tamamı “hem erkeğe hem kadına hitap edecek şekilde çevrilmiş. Yani, “mümin erkekler” denilmemiş. Oysa tıpatıp aynı şekilde yazılan ifade Tevbe 71’de “mümin erkekler” şeklinde çevrilmiş. Bu konuya ileride başka bir bağlamda değineceğim. Ancak şimdilik ayetin “erkek ve kadına” hitap eder şekilde çevrildiğini tutalım.

23:5’de “Muminune” ifadesi, “erkek müminler “olarak çevrilmiyor
Mu’minune “erkek müminler” , müminati “kadın müminler” olarak çevrilmiş.

23:2 Onlar ki SALAT’larında saygılıdırlar.

23:3 Onlar, tümüyle boş şeylerden yüz çevirenlerdir.

23:4 Onla ki zekatı YAPARLAR ( arınmayı yaparlar)

23:5 Onlar FERCLERİNİ (ırzlarını olarak çevriliyor) korurlar.

23:6 Ancak eşleri veya sahip olduğu cariyeler hariç, bunlarla olan ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.


Gördüğünüz gibi ayet hem erkeğe hem kadına yönelik hitapla başlayıp öyle devam ederken, 6. ayette bir anda “erkeklere” yönelik olarak anlamlandırılmıştır. (Bir de orada olmayan “cariye” kelimesi eklenmiş. ) En azından çelişkiye düşmemek adına “kadınlar da köleleri ile ilişkiden dolayı kınanmaz” diyebilmeleri lazımdı.

İlk önce “23:5’deki “FERC” kelimesine bakalım.

FERC kelimesi kök itibariyle “iki şey arasındaki yarık”. ( Bazı ayetlerde doğrudan bu anlamda kullanılyor, bkz 50:6) Ragıp El-Isfahani de belirtiyor ki, bu kelime kinaye olarak “edep yerleri” için kullanılmış, fazla kullanımdan dolayı zamanla “ferc” sarih bir isim olmuş.

Şimdi kelimelerin anlamlarının zamanla nasıl değiştiğine dair affınıza sığınarak Türkçe’den argo bir örnek vermek istiyorum:

Türkçe’de 1800 yıllarda sözlüklere argo bir kelime olarak giren “y…” kelimesi daha önceki metinlerde “silah/zırh kuşanmak” anlamındaymış. En son metinlere 1451 yılında bu anlamla girmişken bundan 377 yıl sonraki bir metne tamamen farklı bir anlamla girmiş.

Acaba “ferc” kelimesi de Kuran’ın ilk geldiği dönemde “edep yeri” anlamında kullanılmıyor olabilir mi?

Ferc kelimesinin diğer anlamları

“Racülün füruc” ifadesi, “sırrını muhafaza etmeyen adam” olarak çevrilmiş.

Ayette geçen “onlar ferclerini korurlar”ı mesela “sırlarını muhafaza ederler” olarak anlamak mümkün müdür? Meryem’in koruduğu “ferc” nedir?

23:5/6 Onlar ( müminler) ZEVC’leri veya sözleşmelerinin sahip olduğu şeyler (ma meleket eyman) hariç FERC lerini (yarıklarını/ sırlarını/ 3. kişilerle paylaşmamaları gerekenleri) korurlar, bu konuda kınanmış değillerdir.

43:70

“Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz.”

Eğer şöyle yazsaydı, yorumunuz ne olurdu? “Suçlular eşleriyle birlikte cehenneme girecek… “Eşlerin ne suçu var?” diye sanırım herkes sorardı. Şimdi aynı soruyu sorabilirsiniz.

44:54

Keżâlike ve zevvecnâhum bihûrin ‘în(in)

İşte böyle, onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir.

Kuran’da eril-dişil kullanımına dikkat edilmemesi veya bile bile es geçilmesine en güzel örnek, hitabın “topluma” yönelik olmasına rağmen konuyu kesip sanki erkeğe imiş gibi anlam vermeleridir. Bunu 3:6’da gördük. Bu ayette de aynı mantık hatası yapılmış. Öte yandan “havari” kelimesi “huri” ile aynı kökten gelir. ” zevvecnâhum ” ise zaten evlendirmek değil.

66:1 ve 2 “Nebi’nin Zevceleri”

Tahrim Suresi sadece 12 ayet ve bir bütün olarak aynı konudan bahsettiğini düşünüyorum. Surenin sonlarında Nuh ve Lut’un “imraat”ından bahsediyor. Ayetin başında zevc’i “nebinin eşleri/hanımları” olarak çevirirken 5-6 ayet sonra “imraat”ı da aynen “eşi/hanımı” olarak çeviriyorlar. Kavramlar birbirine karışmış durumda. Tahrim Suresine “imraat” kavramından sonra tekrar döneceğim.

Zevce konusundaki notlarımı burada bitiriyorum. Çalışmam sonucu edindiğim bilgilere göre 66:1 ve 66:2 ‘yi ben aşağıdaki gibi anlamaya daha yatkınım.

Ey nebi. Allah’ın sana helal kıldığı şeyi ezvacının ( yol arkadaşlarının/fikirdaşlarının/birlikte hareket ettiklerinin ) hatırını gözeterek neden kendine haram kılıyorsun?

Allah sözleşmelerinizi iptal etmeyi ( ya da sözleşmelerinizde bir çözüm üretmeyi) size farz kılmıştır. Allah, sizin Mevlâ’nızdır. Alîm’dir O, her şeyi bilir; Hakîm’dir O, hikmetleri sonsuzdur.

Bu yazıda “zevce” kavramının Kuran’da “karısı” anlamında olmayabileceğini ayetleri inceleyerek, ortaya koymaya çalıştım. Bulduğum anlam “fikirdaş, aynı yolu yöntemi izleyenler” gibi bir anlama tekabül ediyor. Sözlüklerde doğrudan ilgili maddelere baktığınızda Kuranda bulduğunuz ve neredeyse emin olduğunuz anlamı bulamıyorsunuz. Fakat biraz uğraşıp izini sürdüğünüzde Kuranın kavrama yüklediği anlama rastlamanız mümkün: Örneğin; TDV Ansiklopedisinin “ehl-i beyt” maddesinde “zevce” kelimesinin “sahip, taraftar, aynı mekanı paylaşanlar, bir dine yahut peygambere inanalar” anlamı taşıdığını açıkça görüyorsunuz. Oysa aynı ansiklopedide “zevce” maddesine bakarsanız bu anlama hiç değinilmediğini göreceksiniz.

Aynı konu kapsamında, diğer kavramları içeren yazılarda buluşmak üzere….

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


*