Nebi ve Resul Farkı

Nebi ve Resul Farkı

Ahzab Suresi(33),  40. Ayet aşağıdaki şekillerde çevrilmiş:
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Diyanet Vakfı Çevirisi)
“Muhammed, sizden birisinin babası değildir ve fakat Allah’ın resûlüdür ve peygamberlerin sonuncusu ve Allah, her şeyi bilir.” (Abdülbaki Gölpınarlı Çevirisi)
Sanırım, Resul ve Nebi konusundaki tartışmaların çoğunun altında 33:40 ayeti var. Çünkü, Kuran’da resul ve nebi kavramları açıkça ayrı ayrı  verildiği ve dilimize de aynen geçtiği halde çevirilerin büyük bir kısmında bu fark ortadan kaldırılıyor ve çoğu ayette geçen resul ve nebi kelimeleri “peygamber” olarak çevriliyor. (bu ayette ikisi de aynı anda geçtiği için genellikle birincisi resul, ikincisi peygamber olarak çevrilmiş)  Bunun nedeni Kuran çevirisi hazırlayanların böyle bir tartışmaya hiç girmemek istemeleri olabilir. Çünkü bu ayeti, “Bu ayetten anlıyoruz ki, peygamberimiz son nebi’dir ancak resullük (elçilik) devam etmektedir” diyerek yorumlayanlar, hatta birileri için “o elçidir” diyenler var. Ancak böyle bir tartışmadan uzak durmak için dilimize de aynen girmiş iki kelimeyi kullanmayıp “peygamber” ifadesini kullanmak ne derece doğrudur?
Benim bu konuya odaklanmadan önce bildiğim şu idi: “Kendisine Kitap ve şeriat verilen peygamberlere Resul, önceki Kitapları izleyen peygamberlere ise Nebi denir”
Fakat şimdi gördüm ki, Allah pek çok ayette resul ve nebi kelimelerini kullanmış, bu kelimeler arasında fark var, o halde işin hakikati nedir? Okuduğum bazı makalelerden edindiğim bilgilere göre 3 tartışma noktasını özetliyorum:
1-      Kitap gönderilen peygambere Resul, kendinden önce gelen Resulün dinini tebliğ eden peygambere nebi mi denir?
2-      Yoksa nebi kendisine kitap gönderilen Resullere (elçilere) mi denir?
3-      Yoksa böyle bir niteleme ve ayrım  yapmak yanlış mıdır, haddi aşmak mıdır burada sadece bir poziyon ve görev meselesi mi vardır, Allah ayetlerinde anlattığı duruma göre bu iki kavramdan birisini mi kullanmıştır?
Şimdi tabi bu konuda tam bir karar varmak için bu konudaki tüm ayetleri incelemiş ve karşılaştırmış olmak gerekiyor. Şu satırı yazdığım esnada bu konudaki araştırmamı nihayete erdirmemiş olduğum için meseleye başlangıç yapmak amaçlı olarak birkaç noktaya değineceğim ve devamındaki bulguları yazının sonuna edit ilaveleri ile ekleyeceğim. Bu arada umarım konu hakkında yorumlar gelir, ve tartışmamız zenginlemiş olur.
 ALİ İMRAN 184. (Resûlüm!) Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse (yadırgama); gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalancılıkla itham edildi. (Diyanet Vakfı Çevirisi)
ALİ İMRAN 184.Seni yalanladılarsa, senden önce de resuller yalanlandı.Açık-seçik deliller, kutsal sayfalar ve aydınlatıcı Kitap’ı getirmişlerdi onlar. (Yaşar Nuri Öztürk çevirisi)
ALİ İMRAN 184.Seni yalanlarlarsa (şaşma), senden önce apaçık deliller, Zeburlar (Tanrı sevgisini dile getiren ilahiler) ve aydınlatıcı kitap getiren elçiler de yalanlanmıştı. (Edip Yüksel çevirisi)
Öncelikle buraya aldığım üç  çevirideki farklılılar hemen gözünüze çarpıyordur fakat diğer farklılılara girmeden bu ayette dikkatimi çeken hususu ifade edeyim:
Allah burada “resul(elçi) kelimesini kullanmış. Şimdi eğer resul kesin olarak kendisine kitap verilen peygamberlere deniyor ise neden burada resullerle gelen diğerleri de vurgulanmış? (açık-seçik delil, mucize, kutsal sayfa, zeburlar…)
Demek ki bu ayete göre resul= kendisine kitap gönderilen değil. Mesela sayfa da gönderilmiş olabilir.
O zaman 2. Yorum mu doğru? Yani nebi= kendisine kitap gönderilen mi?
“MERYEM 53. Rahmetimizin bir sonucu olarak ona kardeşi Harun’u bir peygamber olarak armağan ettik.” (Diyanet vakfı çevirisi)
“MERYEM 53. Ona, acıdığımızdan dolayı kardeşi Hârûn’u da peygamber olarak armağan ettik.” (Süleyman Ateş çevirisi)
Burada çok ilginç peygamber diye çevrilen kelime : “nebi”
Bildiğimiz kadarıyla Harun peygambere Kitap gönderilmemiş , ancak Kuran’a göre o bir nebi..
O halde “Nebi= Kitap gönderilen” tezi çürüdü mü?
Başka ayet :
ALİ İMRAN 81. Hani Allah, peygamberlerden: “Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz” diye söz almış, “Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?” dediğinde, “Kabul ettik” cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu. ( Diyanet Vakfı çevirisi)
İlginç… Peygamber olarak çevrilmiş, aslına bakalım:
ALİ İMRAN 81.Ve unutma ki Allah, peygamberlerden misaklarını almış, şöyle demişti: “Size Kitap’tan ve hikmetten nasip verdim.Sonra size elinizdekini doğrulayıcı bir resul geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona muhakkak yardım edeceksiniz.Kabul ettiniz ve ağır yükümü üzerinize aldınız mı?”. “Kabul ettik.” dediler. “O halde tanık olun, sizinle beraber ben de tanıklardanım.” dedi. (yaşar Nuri Öztürk çevirisi)
ALİ İMRAN 81.ALLAH peygamberlerden (nebilerden) şöyle misak almıştı: ’Size kitap ve hikmet vereceğim. Daha sonra, beraberinizdekileri doğrulayan bir elçi (resul) geldiğinde ona inanacak ve onu destekleyeceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi ve bu sözleşmeyi yerine getireceğinize söz verdiniz mi,’ demişti. Onlar ’Kabul ettik,’ deyince, ’Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahid olanlardanım,’ demişti. (Edip Yüksel çevirisi)
Örnek olarak verdiğim ilk iki ayet ışığında bu ayeti nasıl düşünmeliyiz? Allah bu ayette nebilere kitap ve hikmet vereceğini, resullerin ise bunları doğrulayıcı olduklarını ifade ediyor. Halbu ki, bir önceki ayete göre Nebi’ye kitap da verilmeyebilirmiş.
O halde ibre yorum 3’e doğru mu kayıyor?
Şu an için bilmiyorum…
Ben burada başlangıç noktamı sizlerle paylaştım…
Ama hangisi doğru çıkarsa kabulüm, yeter ki aklım ve kalbim tatmin olsun.

 

 

5 thoughts on “Nebi ve Resul Farkı

  1. Kur’an’a ve Geleneğe Göre Nebi ve Resul
    Nebî, “değeri Allah tarafından yükseltilmiş kişi” anlamına gelir[1]. Nebî olmak insanın elinde değildir. Allah bu makama getirdiklerine Kitap ve hikmet verir. En’âm 83 ve devamı ayetlerde Nuh’tan İsa’ya kadar 18 nebînin[2] adı sayılmış, sonra şöyle buyrulmuştur:

    “Bunların babalarını, soylarını ve kardeşlerini de seçtik; onlara doğru yolu gösterdik.”

    Sayıları 124 bin olarak rivayet edilen[3] nebîlerden her biri, âyette adı geçen 18 nebînin ya babalarından ya kardeşlerinden ya da soylarındandır. Böylece kendine işaret edilmemiş nebî kalmamaktadır. Allah Teâlâ daha sonra şöyle buyurmuştur:

    أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ

    “Onlar, kendilerine kitap, hüküm ve nebîlik verdiğimiz kimselerdir.” (En’âm 6/89)

    Gelenekte dört ilahi kitabın indiği kabul edilir. Bunlar Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Nebîmize dayandırılan bir rivayette Âdem’e 10 suhuf, Şît’e 50 suhuf, İdris’e 30 suhuf ve İbrahim aleyhimusselama 10 suhuf olmak üzere 100 suhufun indiği de iddia edilir[4]. Böylece toplam sekiz nebîye kitap verilmiş olur. Hâlbuki yukarıdaki âyetler, bütün nebîlere kitap ve hüküm verildiğini açıkça bildirmektedir. Onlara verilen hüküm, diğer âyetlerde hikmet diye ifade edilmiştir[5]. Buradaki hüküm kelimesinin ne anlama geldiğini şu âyet açıklamaktadır:

    “İnsanlar tek bir topluluktu. Sonra Allah onlara, müjde veren ve uyarıda bulunan nebiler gönderdi. Onlarla birlikte doğruları gösteren kitap da indirdi ki ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm versin. Onda ayrılığa düşenler kendilerine Kitap verilenlerden başkası olmadı[6]. O açık belgeler geldikten sonra birbirlerinin haklarına göz diktikleri için böyle oldu. Sonra Allah inanmış olanları, anlaşamadıkları konuda, kendi izniyle doğruya ulaştırdı. Allah, gerekli gayreti göstereni doğruya yöneltir.” (Bakara 2-213)

    Kitaba göre verilecek hüküm, hikmet olur.

    Nebînin değerini yükselten şey, Allah’tan vahiy almasıdır. Bir âyet şöyledir:

    قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ…

    “De ki: Ben de sizin gibi insanım; ama bana, ilâhınızın, tek bir İlâh olduğu vahyolunuyor…” (Kehf 18/110)

    Nebî, çok değerlidir. Allah Teâlâ, son nebisi ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

    “Bu Nebî, müminler için kendi canlarından değerlidir, eşleri de analarıdır.” (Ahzâb 33/6)

    Gerçekten insanlığa Allah’ın kitabını getiren, tebliğ eden ve uygulayan kişiden değerlisi olamaz. Allah Teâlâ, bu yüce makama getirdiği kişiler dışında hiç kimseye nebî dememiştir; ama resul ve mürsel demiştir.

    Nebîlik makam, resullük görevdir. Resul veya mürsel elçi anlamındadır. Elçi, kendinden bir şey katmadan birinin sözünü diğerine ulaş­tırmakla görevli kişidir[7]. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    “Resullere apaçık tebliğden başka ne düşer?” (Nahl 16/35)

    “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, bunu yapmazsan onun resullüğünü yapmamış olursun.” (Maide 5/67)

    Allah Teâlâ, Mısır kralının Yusuf aleyhisselama gönderdiği elçiye resul (الرَّسُول), Belkıs’ın Süleyman aleyhisselama gönderdiği elçilere de mürsel (الْمُرْسَلُونَ)[8] demiştir. Mısır kralının elçisi ile ilgili âyet şöyledir:

    وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِي بِهِ فَلَمَّا جَاءهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ إِلَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ اللاَّتِي قَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ …

    “Kralın resulü geldiğinde Yusuf dedi ki: “Efendine dön de sor bakalım, ellerini kesen kadınların derdi neymiş? … ” (Yusuf 12/50)

    Bu âyetler, her resulün nebî olmadığını, açıkça göstermektedir. Ama eski âlimlerin çoğuna göre kendine kitap indirilen ve ayrı bir şeriatı olana resul, bir resulün kitabı ve şeriatı ile amel edene de nebî denir[9]. Onlara göre İsmail aleyhisselama verilmiş kitap ve şeriat yoktur; öyleyse o, resul değil, nebîdir. Ama şu âyete göre o, hem nebî hem de resuldür:

    وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَّبِيًّا

    “Bu kitapta İsmail’i de an, o verdiği sözde durmuştu; nebî olan resul idi.” (Meryem 19/54)

    Allah’ın resulü, onun sözlerine ekleme ya da çıkarma yapamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ . لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ . ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ . فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ

    “Eğer o (Muhammed), bize karşı, bazı sözler uydursaydı, onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız.” (Hâkka 69/44–47)

    Allah, kendi sözlerini bize sadece resulleri aracılığıyla bildirdiği yani resulün sözü Allah’ın sözü olduğu için resulün helal kıldığı Allah’ın helal kıldığı, haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالأَغْلاَلَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ آمَنُواْ بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

    “Kendilerini koruma altına alan (Yahudi ve Hıristiyan)lar, bu elçiye, bu ümmi nebiye uyanlardır. Onu yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulurlar. O, onlara iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklar. Temiz ve lezzetli şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağır yükleri ve üzerlerindeki bağları kaldırıp atar. Kim ona inanır, onu destekler, ona yardım eder ve onunla birlikte indirilen nura uyarsa, işte onlar umduklarına kavuşurlar.” (Araf 7/157)

    Nebîlik unvandır; onlar 24 saat nebîdirler; ama 24 saat resul değillerdir. Âyetleri tebliğ ederken Allah ne indirmişse onu tebliğ eder, bir hata yapmazlar. Ama onlardan hüküm çıkarırken ve uygularken hata edebilirler. Çünkü uygulama, tebliğden farklıdır. Onların hatalarını bildiren âyetlerde resul kelimesi kullanılmaz. Mesela Bedir esirleri ile ilgili olarak şöyle buyrulur:

    مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَكُونَ لَهُ أَسْرَى حَتَّى يُثْخِنَ فِي الأَرْضِ تُرِيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا وَاللّهُ يُرِيدُ الآخِرَةَ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ . لَّوْلاَ كِتَابٌ مِّنَ اللّهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ فِيمَا أَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ.

    “Hiçbir nebî, savaş meydanında iyice ağırlığını koyuncaya kadar esir alma hakkına sahip değildir. Siz dünya malı istersiniz; Allah ise sizin için sonrasını ister. Allah güçlüdür, doğru karar verir. (Zafer sizin olacak diye) Allah tarafından yazılmış bir yazı olmasaydı[10] aldığınız (o esirlerden) dolayı sizi ağır bir azap yakalayacaktı.” (Enfâl 8/67–68)

    Bütün bunlardan sonra Allah’ın Resulü’nün nebî sıfatıyla yaptığı davranışların, onun kişisel davranışları olduğu, bu sıfatla onun bir şeyi haram kılamayacağı ortaya çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

    يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ تَبْتَغِي مَرْضَاتَ أَزْوَاجِكَ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ.

    “Ey Nebî! Eşlerini razı etmeye çabalayarak Allah’ın sana helâl kıldığını niçin haram kılarsın? Ama Allah suçları örter ve merhamet eder.” (Tahrim 66/1)

    Bu yüzden Kur’an’da nebîye itaati emreden âyet yoktur. Öyle olsa nebî, Allah ile kulları arasına girer, insanları kendine çağırır ve şirk yapılanması meydana gelirdi. Öyleyse itaat nebîye değil, onun resul sıfatıyla tebliğ edip uyguladığı âyetleredir. Onlar Allah’ın sözleri olduğu için de itaat Allah’a olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ

    “Kim resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 4/80)

    Nebî ile resul arasındaki bu önemli fark anlaşılamayınca Sünnet iyi anlaşılamamakta, Kitap-Sünnet ilişkisi doğru kurulamamaktadır. Bu yüzden birçok âlim, Muhammed aleyhisselamı Allah’ın yanında ikinci şâri’, yetkili ikinci kişi saymış, dengeleri bozmuştur. Bu konu, Kur’an’a ve Geleneğe Göre Kitap ve Hikmet başlıklı yazımızda incelenmiştir.

    Vahiy almayan, sadece nebîye inmiş âyetleri tebliğ eden resuller de vardır. Bu, çok önemli bir husustur. Şu âyetler, onlardan bahseder:

    كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ

    “Nuh kavmi resulleri yalanladı.” (Şuara 26/105)”

    كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ

    “Ad kavmi resulleri yalanladı.” (Şuara 26/123)

    Nuh’un kavmine nebî resul olarak sadece Nuh aleyhisselam, Ad kavmine de Hud aleyhisselam gönderilmişti. Yalanlanan diğer resuller, o iki nebîye inen âyetleri tebliğ edenlerden başkaları değildir. Rivayete göre şu âyetler de İsa aleyhisselamın Antakya’ya gönderdiği resullerle ilgilidir[11]:

    “Onlara o şehir halkını örnek ver; oraya resuller gelmişti. İki resul gönderdik; yalanladılar; onları, üçüncüsü ile destekledik: “Biz, sizlere resul olarak gönderilmiş kimseleriz” dediler.

    Cevapları şu oldu: “Siz de tıpkı bizim gibi insansınız. Rahman[12], bir şey indirmiş de değildir. Sizler sadece yalan söylüyorsunuz”.

    Resuller dedi ki; “Rabbimiz biliyor; biz gerçekten sizlere resul olarak gönderilmiş kişileriz. Görevimiz açık bir tebliğde bulunmaktan ibarettir…” (Yasin 36/13-17)

    İncil’de “Resullerin İşleri” bölümünde verilen bilgilerle bu âyetler arasında uyum vardır.

    Nebî olmayan resullerin olması, bir zorunluluktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ .

    “Biz, her resulü kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlara açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.” (İbrahim 14/4)

    Kur’an’ın Arapça olması, Muhammed aleyhisselamın elçi gönderildiği toplumla ilgilidir. Ama onun elçiliği sırf Arap toplumuna değil, tüm insanlığadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ.

    “Seni, başka değil, bütün insanlar için müjdeleyici ve uyarıcı resul olarak gönderdik. Fakat insanların pek çoğu bunu bilmez.” (Sebe 34/28)

    Bu yüzden farklı diller konuşan insanların Kur’an’ı iyi öğrenerek kendi toplumlarına, onların diliyle tebliğ etmesi çok önemli bir görevdir. Muhammed aleyhisselam şöyle demiştir:

    بلغوا عني ولو آية

    “Tek bir âyet de olsa benden tebliğ edin.” (Buhârî, Enbiyâ, 50)

    Bu, bütün nebîlerin ümmetlerine yüklediği görevdir. Kur’ân bu görevin, her mümine yüklendiğini bildirmektedir.

    “Allah, kendilerine kitap verilenlerden kesin söz aldığında şunları söyledi: ‘O Kitabı insanlara kesinlikle açıklayacaksınız ve asla gizlemeyeceksiniz.’ Ama onlar Kitabı arkalarına attılar ve karşılığında geçici bir bedel aldılar. Aldıkları o şey ne kötüdür!” (Al-i İmran 3/187)

    Kur’an’ı tebliğ görevini ihmal edenlerin düşeceği kötü durum şu şekilde açıklanmıştır:

    “İndirdiğimiz açık ayetleri ve doğru yolu Kitapta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenleri Allah dışlayacaktır. Dışlayacak olanlar da dışlayacaktır. Tevbe edip kendini düzelten ve onları açıklayanlar başka. Onların tevbesini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul ederim, ikramım boldur.” (Bakara 2/159-160)

    “Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyenler ve ona karşılık biraz çıkar sağlayanlar var ya, onlar karınlarına sadece ateş doldururlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmaz. Onları aklamaz. Onlara acı bir azap vardır.” (Bakara 2/174)

    Kur’ân, doğru bir şekilde her dile tercüme edilmeli ve o dili konuşanlar tarafından tebliğ edilmelidir. Bu işi yapacak kişiler, Muhammed aleyhisselamı kendine örnek almalı ve onun gibi davranmalıdırlar. Ancak o zaman o topluluğun, son nebîye inanma ve getirdiği kitaba uyma zorunluluğu doğar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي قَالُواْ أَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُواْ وَأَنَاْ مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ .فَمَن تَوَلَّى بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ.

    “Allah nebîlerden söz aldığı gün onlara, ‘Size bir Kitap ve hikmet veririm de elinizde olanı tasdik eden bir resul gelirse ona kesinlikle inanacaksınız ve destek vereceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Bu ağır yükü yüklendiniz mi[13]?’ demişti. Onlar da ‘kabul ettik’ demişlerdi. Allah ‘Siz buna şahit olun, sizinle beraber ben de şahidim’ demişti. Bundan sonra kim sözünden dönerse yoldan çıkmış olur.” (Al-i İmran 3/81-82)

    Bu âyetlerin İncil metninde izini görmek için İsa’ya ait olan şu sözlere bakalım:

    “Şimdiyse beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki, içinizden hiçbiri bana, `Nereye gidiyorsun?’ diye sormuyor. Ama size bunları söylediğim için yüreğiniz kederle doldu. Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Yardımcı size gelmez. O gelince dünyanın günah, doğruluk ve gelecek yargı konusundaki suçluluğunu dünyaya gösterecektir. Günah konusunda – çünkü bana iman etmezler. Doğruluk konusunda – çünkü Baba’ya gidiyorum, artık beni görmeyeceksiniz. Yargı konusunda – çünkü bu dünyanın egemeni yargılanmış bulunuyor. «Size daha çok söyleyeceklerim var; ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi her gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni yüceltecek.” (İncil Yuhanna 16/5-14)

    “O” yerine “Muhammed” kelimesini koyarak okursak konuyu daha iyi anlarız.

    Muhammed aleyhisselamdan sonra nebî gelmeyecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

    مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا

    “Muhammed sizin erkeklerinizden birinin babası değildir; ama Allah’ın resûlüdür ve nebîlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir.” (Ahzab 33/40)

    Bundan sonra kim, Allah’tan vahiy aldığını iddia eder veya kendi kitabını, bir şekilde Allah’ın kitabı gibi göstermeye çalışırsa şu âyetin kapsamına girer:

    “Allah’a karşı yalan uydurandan veya kendine bir şey vahyedilmediği halde ‘Bana vahiy gelir’ diyenden, bir de; ‘Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim’ diyenden daha zalimi kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken bir görsen!.. Melekler ellerini uzatır, şöyle derler: ‘Verin bakalım canlarınızı! Siz, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylerdiniz, kendinizi onun âyetlerinden yukarı bir yerde görürdünüz. Ona karşılık bugün alçaltıcı bir cezaya çarptırılacaksınız.” (En’am 6/93)

    Bugün yapılacak tek şey, Kur’ân’ı tebliğ konusunda Muhammed aleyhisselamın yoluna girmek ve onu örnek alarak yaşamaktır.

    [1] Nebi = النبيُّ kelimesi فَعيلٌ veznindedir. Ya nebe’ = نبأ kökünden, “haber veren” anlamında ismi-i fail, ya da nebve = النَّبْوةُ kökünden, “değeri yükseltilmiş” anlamında ism-i mef’ul olur. Birincisinde نبيء’de hemze, ikincisinde de vav ya harfine dönüştürülmüştür. Kelimenin nebe’ = نبأ ‘den türetildiğini söyleyenler ona; “Allah’tan haber veren kişi” anlamı vermişlerdir (Es-Sıhah ve lisan’ul-Arab نبأ maddesi).

    Ragıb el-İsfahânî hemzesiz olanını yani “değeri yükseltilmiş” anlamını tercih etmiştir ve Muhammed aleyhisselamın kendine “يا نبيء الله = Ey Allah’ın nebii” diye hitap eden birine söylediği şu söze dayanmıştır: “لست بنبيء الله، ولكن نبي الله = Ben Allah’ın nebii değilim ama Allah’ın nebisiyim (Müfredat).” Bize göre doğrusu budur. Çünkü Allah’ın nebisi, Allah’tan haber veren kişi değildir. Haber veren, bir yerden edindiği bilgiyi bir başka yere aktarır. Allah’ın nebileri öyle yapmazlar; Allah’ın kendilerine indirdiği kitabı hem Allah’ın kullarına tebliğ eder, hem de uygularlar.

    Kur’an’da, nebe’ = نبأ kökünden türemiş أنبأ kelimesi sadece şu âyetlerde kullanılmıştır.

    “Allah Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterdi. ‘Doğruysanız, bana şunların isimlerini haber verin” dedi. Melekler: “Biz sana içten boyun eğeriz. Bizde bir bilgi olmaz; sen ne öğretmişsen odur. Bilen sen, doğru karar veren sensin’ dediler.

    Bunun üzerine Allah, “Âdem! Meleklere şunların isimlerini haber ver = أَنبِئْهُم بِأَسْمَآئِهِم” dedi. Âdem onlara o isimleri haber verince Allah: “Size dememiş miydim, ben göklerin ve yerin gaybını bilirim. Neyi açığa vurur, neyi gizlerseniz onu da bilirim” dedi.” (Bakara 2/31-33)

    Burada Allah’ın indirdiği kitaptan ve kitabın tebliğinden söz edilmemektedir. Zaten أنبأ kökünden ism-i fail nebi’ = نبيء değil münbi’= منبئ olur. Allah Nebîsine, önceki toplumların haberlerini bildirdiği zaman “… onlara haberini oku! (Bkz. Maide 5/27, Araf 6/175, Yunus 10/71, Şuarâ 26/69)” diye emreder. Bu, Allah’ın verdiği haberdir; onu okuyanın verdiği haber değildir.

    [2] Ayetlerdeki sıralama şöyledir: “İbrahim, İshak, Yakub, Dâvûd, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa, Harun, Nuh, Zekeriya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut. (aleyhimusselâm).

    [3] Ahmed b. Hanbel, Müsned V. S. 266.

    [4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (310 h.), Tarih’ul-Umem ve’l-Mülûk (Tarih’ut-Taberî) Beyrut 1407, c. I s. 187, ez-Zemahşerî (467-538 h.), el-Keşşaf, A’lâ Suresinin tefsiri.

    [5] Bkz. Al-i İmran 3/81.

    [6] Kişi kendi durumunu Allah’ın kitabıyla karşılaştırmadan yolunun sapıklık olduğunu anlayamaz. Bunu anlayanlardan kimi yolunu düzeltir, kimi de bile bile sapıklık içinde kalır. Bu da kendine kitap ve Nebî cgönderilen toplumlarda ayrılıklara sebep olur.

    [7] Mecelle m. 1450. (Risalet, bir kimse tasarrufta dahli olmaksızın bir kimesnenin sözünü diğere tebliğ etmektir. Ol kimseye resul ve ol kimesneye mürsil ve diğerine mürselun ileyh denir.)

    [8] Bkz. Neml 27/35.

    [9] Ömer Nasuhi BİLMEN bu konuda şunları söyler: “Yeni bir kitap ile yeni bir şeriat ile bir ümmete peygamber gönderilmiş olan zata nebi, peygamber denildiği gibi “Resul, Mürsel” de denir. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile gönderilmeyip de kendisinden evvelki bir peygamberin kitabını ve şeriatını ümmetine bildirmeğe memur olmuş olan zata da yalnız nebi veya peygamber denilir, resül ve mürsel denilmez.” (Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslam İlmihali, İst. 1986, s. 17, par. 34)

    Lisan’ul- Arab’da şu ifade geçer: Resul özel, nebi geneldir; her resul nebidir ama her nebi resul değildir.

    والرَّسولُ أَخصُّ من النبي، لأَنَّ كل رسول نَبِيٌّ وليس كلّ نبيّ رسولاً.

    [10] Allah, Mekke ordusunu Müslümanlara vereceğini bildirmişti. İlgili âyetler şöyledir: “Bir gün Allah, o iki topluluktan birinin sizin olacağına söz vermişti. Siz silahsız olanı (kervanı) istiyordunuz. Allah da kendi sözleri gereği hakkı ortaya çıkarmak ve o kâfirlerin kökünü kazımak (için Mekke ordusunu vermek) istiyordu. İstiyordu ki, hakkı ortaya çıkarıp batılı etkisiz hale getirsin. Varsın o günahkârlar hoşlanmasınlar.” (Enfâl 8/7–8)

    [11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (öl.310 h.) Cami’ul-beyân fî te’vîl’l-Kur’ân, Tahkik Ahmed Muhammed Şakir, 1420/2000 c. 20, s. 500.

    [12] Rahmân, iyiliği sonsuz demektir. İnsanlar her şeyi Allah’ın verdiğini kabul ederler; ama emir vermesini kabul edemezler.

    [13] Bu yük bize yüklenmemiştir. Bkz. Bakara 286.

  2. Rasûl ve Nebi için doğru bir temellendirme ihtiyacına dikkat çekmeniz güzel…Bu konunun eserimdeki çözümü için bkz. İllüzyonlar Çemberinde İslam, Post Yay. 2016

    1. hatice hanımın paylaşımı tamamen tatmin edici. meallerde nebi ve resul kelimeleri olduğu gibi bırakılmalı farçada kahin anlamına da gelebilecek peygamber kelimesi tamamen gündemden düşmelidir.

  3. Her nebi’nin bir kitabı, kısa yada uzun yazılı metni vardı. Son nebi Hz. Muhammed olduğu için yeni kitap gelmeyecek. Bu kitabı tebliğ ederken resulullah olmuştu. ”Resul ayet okur, nebi hadis söyler” Bir öğretmen düşünün ki evinde bile öğretmen olarak anılır ama okula gidince görevini yapmış olur. İşte nübüvvet de öğretmenlik gibidir, ayet inince risalet olur. Nebi Kuran’dan çıkardığı hikmeti söyleyebilir, kendi reyini söyleyebilir. Resul ise ayeti tebliğ eder. Her nebi resuldür ama her resul nebi değildir. Çünkü resul: elçi demektir. Elçi kelimesi melekler için de kullanılır. Detayları şuradan (http://bit.ly/33MmEBY) okumanızı öneriyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


*