Yusuf Kaplan’ın “Geliyorum diyen felâket: ‘Kur’ân İslâm’ı’ söylemi” yazısına bir cevap

Yusuf Kaplan’ın “Geliyorum diyen felâket: ‘Kur’ân İslâm’ı’ söylemi” yazısına bir cevap

Yusuf Kaplan, 9 Kasım 2014 tarihinde Yeni Şafak Gazetesindeki köşesinde  “Kur”ân İslâm’ı” Tehlikesi” başlıklı bir yazı yayımladı ve hemen bir sonraki gün yazının devamını getirdi: “Geliyorum diyen felâket: ‘Kur’ân İslâm’ı’ söylemi”

Bu yazıya cevap verme ihtiyacı duymamın nedeni, Yusuf Kaplan’ı bu yazıyı okuyana kadar entelektüel bir kişilik olarak biliyor ve takip ediyor olmamdı ve yazıdaki özellikle şu satırlar beni gerçekten hayrete düşürdü:
“Önce şunu söyleyeyim açık açık: “Kur”ân İslâmı”ndan söz eden biri, eğer kötü niyetli ya da görevli değilse, ne söylediğini bilmeyen, beyinsizin ve densizin tekidir.”
Kestirmeden söylemem gerekirse, kendisinden bu kadar sert sözler ile karşı çıktığı ve mahkûm ettiği “Kuran İslam’ı” söylemine karşı yapmış olduğu analizleri öncelikle bizlerle paylaşmasını isterdim; fakat kendisi yazısına Hıristiyanlığın tarihçesi ile Kuran İslamı söylemi karşılaştırması ile başlamayı yeğlemiş ve “Yalnızca Kur’an” diyenlerin dertlerini, ne söyledikleri, neyi doğru neyi yanlış söylediklerini hiç analiz etmeden yazısına çok ağır hakaretler ile başlamış.
Bu noktada herhangi bir sloganın (Kuran İslamcısı; hadis inkarcısı vb.) tahakkümünde kendimi hissetmeden, yaklaşık 1,5 yıllık bir sürede “bir çok sayfasını atlayarak dahi bitirmediğini fark edip Kitabı’nı başından başlayarak okumaya” karar vermiş birisi olarak Kuran İslam’ı söyleminin derdinin ne olduğu/veya olabileceği konusunda bir yazı yazmaya karar verdim.
Madem Yusuf Kaplan yazısına Hıristiyan Tarihçesi ile başlamış ben de konuya aynı minvalden bir giriş yapayım:

“Meryem oğlu İsa Mesih, ALLAH’ın elçisi ve Meryem’e gönderdiği kelimesi ve O’ndan gelen bir candır.”

Yukarıda Nisa Suresi 171. Ayetten bir kısım alıntıladım. Fakat alıntımı “eksik” yaptım. Ayrıca ayetin tamamını alıntılamadım; ön ve art ifadeleri eksik bıraktım.

qmÜzerinde araştırma yapmadım fakat çok kuvvetle muhtemel İncil’de yukarıdaki Kelam’a benzer bir kelam var idi ki bu Kelam “kalbinde eğrilik bulunan” bazılarınca yanlış yorumlandı ve ayetin işaret ettiği ile gerçekleşen yorum arasındaki açı zamanla öylesine ayrı yerlere düştü ki, sonuçta İsa aleyhisselamın tebliğ ettiği din ile hiç alakası olmayan bir “Hıristiyanlık” çıktı karşımıza.

Demek ki birileri ayette geçen “Allahın elçisi-Meryem’e gönderdiği kelimesi ve O’ndan gelen bir can” yanlış yorumladılar ve iş 3’lemeye kadar uzandı…

Oysa bakın ayeti tam paylaşır isek; ayette ne buyruluyor:

Ey ehl-i kitap! Dininizde sınırı aşmayın. ALLAH hakkında yalnız gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, sadece ALLAH’ın elçisi ve Meryem’e gönderdiği kelimesi ve O’ndan gelen bir candır. ALLAH’a ve elçilerine inanın. “Üçtür,” demeyin. Kendi yararınız için buna son verin. Muhakkak ki Allah tek bir ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan yüce (münezzeh)dir. Göklerdeki ve yerdekilerin hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.

Kur’an boyunca vurgulanan şudur ki insanlar dinlerinde sınırlarını aşmıştır. Yani kendilerine ulaşan ilahi mesajın bütününü göz ardı ederek belirli konuların üzerine körlemesine gitmişler ve “hakikat” ile aralarını açmışlardır. Bu yüzden Kuran’da sürekli “şirk” kavramından bahsedilir, insanların şirk koşmak için adeta yarış halinde oldukları defaatle vurgulanır; affedilmeyecek biricik günahın şirk olduğu bildirilir zaten şeytan da bizleri yoldan çıkarmak için “şirk” silahını en güçlü silahı olarak kullanmaktadır.

Nisa 171’e döner isek bakın Allah ayette İsa aleyhisselam’ı “Allahın elçisi-Meryem’e gönderdiği kelimesi ve O’ndan gelen bir can” olarak niteliyor ve 3’leme konusunda insnları tabiri caizse çok sert olarak uyarıyor.

Demek ki birileri zamanında “Allahın elçisi-Meryem’e gönderdiği kelimesi ve O’ndan gelen bir can” ifadesinden 3’lemeye giden bir yol tutturdu; bunun aksi olan delilleri görmezden geldi.. Hakikat bir kere ıskalandı mı; “hakikat” ile “olan” arasına 1 cm aralık girdi mi mümkünü yok; zaman içerisinde aradaki mesafe kilometreleri bulacaktır…

Sözü İslam’a getirecek olur isek; mesela bugün “haramlar ve helaller” söz konusu olduğunda Kuran’da sayılanların dışında bir çok “haram ve helal”in var olduğu rahatlıkla görülebilir. Kur’an peygamberimizin ağzından aktarım ile “De ki: “Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah’tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum” (En’am 145) şeklinde bir ayet içermesi ve başka ayetler ile birlikte kesinkez başka haramsal gıdanın olmadığını vurgulamasına rağmen sayfalar boyunca uzanan yenilemesi haram yiyecekler listelerinin tek kaynağı var: “Peygamber dedi ki” diye başlayan bir rivayetler silsilesi… Bunun gibi pek çok “olmayan” haramların tek kaynağı var: “Peygamber dedi ki” ile başlayan rivayetler silsilesi…

Peki bu durum nereden kaynaklanıyor? Dayanağını “Allah ve resulüne itaat” ile başlayan ayetlerin yorumlanmasından alan bu durum Kur’an üzerine yoğunlaşan insanların kafasında şu soruyu gündeme getiriyor: Peki hakikat nedir? Acaba “Allah ve resulüne itaat” kavramının yanlış yorumlanmasından kaynaklanan bir yarık hakikat ile aramıza derin bir uçurum sokmuş olabilir mi? Geçmiş ümmetlerin başına gelen felaket bizim için en azından “tehlike” olarak geçerli değil mi? Geçerli değil çünkü bu yarılmayı “hadisler” önledi diyor isek neden Kurana yoğunlaşan insanlar ile hadislere yoğunlaşan insanlar farklı yerlere düşüyor? Kur’an neden bu kadar çok şirkten bahsediyor? Sadece Mekkeli müşrikler için mi?

Bir  şeyi vurglamak lazım: Kendi heva ve hevesine uyacak insan ne Kur’an tanır ne hadis… Yukarıdaki sorulara samimice cevap arayan “hakikat”in peşindeki insanları da  “beyinsiz” olarak yaftalamak ile söze başlamayı Yusuf Kaplan kendisine yakıştırmış mıdır, bu insanları modernizmin tahakkümlerine boyun eğmek için Kurani(!) çareler arayan Luther’ler olarak sunmak Yusuf Kaplan’a ne kazandıracaktır?  İncil konusunda hakikat yarılmasının ne zaman başlamış olduğunun analizini yapmadan (veya okuyucusuna sunmadan) aradaki açığın bin kilometreyi bulduktan sonra girişilen  Luthervari yaklaşımlar ile “Araf suresi 172-173 ayetleri mucibince kendi hakikat yolculuklarına çıkmaya cesaret etmiş insanları gelenek (atalar) sopası ile en azından anlamaya çalışmak yerine dövmeye kalkışmak  hakikatin neresine denk düşer?

Saygılarımla..

4 thoughts on “Yusuf Kaplan’ın “Geliyorum diyen felâket: ‘Kur’ân İslâm’ı’ söylemi” yazısına bir cevap

  1. s.a Y Kaplanın Kur ‘ an İslamı konusunu gündeme getirmiş olan Akabe Vakfı camiası ve hocaları olan M.İslamoğluna (isim vermeden) “Hurafeleri temizleyeceğiz, diyorlar. Böyle diyenlere şu soruyu sormak zorundayız: İyi de, kimsin “sen”?” şeklinde yönlendirdiği soru Ebubekir Sıffil hocanın 08 ocak 2013 tarihinde yoo tuba yüklenmiş bir TV yayınında sorduğu sorunun aynısı..
    Yusuf bey sizde bu şekilde genel bir uyarı yaparak M İslamoğlu ve Akabe vakfına üstü kapalı şaibe ve şüphe yüklemeye çalışmaktansa, E Sıffil hoca gibi açık açık eleştirinizi ortaya koyun..M İslamoğlu, herkesin erşimine açık şekilde kitaplarını ve derslerini ortaya koyuyor. KİM olduğuna yazdığı ve söylediklerine bakarak insanlar karar verebiliyor.. uygun görenler kabul ediyor görmeyenler kabul etmiyor..ama biraz daha açık net ve spesifik olun lütfen..selam ile.
    = =
    E Sıffil Hocanın konuşması:
    “Lütfen safını belli et, bunun adını cesaretle koy, sen kimin adına çalışıyorsun..bunu dolaylı yoldan yapma, delillerle koy ortaya konuş…”
    http://www.youtube.com/watch?v=IFMOyCWuiYI
    Mustafa İslamoğlu Ne Yapmak İstiyor,Kim Adına Çalışıyor – Ebubekir Sifil (Hasan Basri ye ait olduğu tartışmalı “KADER RİSALESİ” hakkında..

  2. EVET YUSUF KAPLAN DİLİNİ SERTLEŞTİRDİ, BU İNCİTİCİ OLABİLİYOR LAKİN BENCE ONUN DA DEDİKLERİ, EN AZINDAN İŞARET ETTİKLERİ ÜZERİNDE DÜŞÜNMELİYİZ KANIMCA. BİR GAZETE KÖŞESİ BU KONULAR İÇİN YETERLİ DE OLMUYOR, YAZILAR TEPKİSEL DE OLABİLİYOR. BENCE YUSUF KAPLANI BU SÖYLEMİNE KIZARAK DEFTERDEN SİLMEYİN.BENİM ANLAYABİLDİĞİM KADARIYLA Y.K. İSLAMİ BİR GÖRÜŞ-DUYUŞ-DÜŞÜNÜŞ KAZANMADAN KURANA GİTMENİN ÇOK DA MÜMKÜN OLMADIĞINI SAVUNUYOR.BATIYI VE ORYANTALİZMİ BİLEN BİRİ OLARAK SÜNNET İLE KURAN ARASINI AYIRMANIN BİR PROJE OLDUĞUNU SÖYLÜYOR, TABİ HER MEAL OKUYANA DA “SEN PROJESİN”DEMEK HAKSIZLIK OLABİLİYOR. GELELİM SİZİN ARGÜMANLARINIZA:
    1- İNCİLDE OLABİLECEĞİ MUHTEMEL BİR “AYETTEN” HIRİSTİYAN TESLİSİNE GEÇİŞ İLE İLGİLİ ARGÜMANINIZ, BENCE BU SÜNNETE DE DELİL OLABİLİR. DEMEK Kİ SADECE İNCİLE BAĞLI KALINDIĞINDA BÖYLE BİR SAPMA KENDİNİ MEŞRULAŞTIRABİLİYORMUŞ…HERALDE ONLAR DA BAK İNCİL DE AYET VAR… DİYORLARDIR.(TABİ ONLAR HZ.İSA BÖYLE YAPMAMIŞ AMA…DİYECEK “RİVAYET MALZEMESİ”NDEN MAHRUMLAR.ELEŞTİRDİĞİMİZ RİVAYET KÜLTÜRÜ ASLINDA -SORUNLARI VAR TAMAM-BU AÇIDAN BİR ZENGİNLİKTİR.)DEMEK Kİ METİNDEN HER TÜRLÜ YORUM ÇIKABİLİYORMUŞ…
    METNİN DOĞRU YORUMUNU NASIL BULACAĞIZ O HALDE?(BU ARADA KURAN VE İNCİLİ ÖRNEK OLARAK KIYASLADIK, YOKSA ZATEN HIRİSTİYANLAR ELDEKİ İNCİLİ ALLAH KELAMI OLARAK KABUL ETMEZLER )
    2-YİNE TESLİS İLE MEZHEPLERDEKİ HELAL-HARAMI KIYASLAMAK YANLIŞ OLUR. BENCE BİRİ TEKNİK BİR MESELE, SAPMA DEĞİL DİĞERİ BARİZ SAPMA.
    3-FIKIH İLMİNİN İÇİNDE GEÇEN HELAL-HARAM İLE KURANDAKİ HELAL-HARAM AYNI ŞEYLER Mİ, BİRİ TEKNİK BİR TERİM, SİZ BUNU İYİCE ARAŞTIRIP MI KOCA FIKIH GELENEĞİNİ ORADAN DA HADİS GELENEĞİNİ ELEŞTİRİYORSUNUZ MESELA?YA DA O AYETİN BAĞLAMI BAŞKA YORUMLARA MÜSAİT MİDİR?HATTA BU KONUDA ŞİRKTEN BAHSETMEK BU ALİMLERİ Y.K.’DAN DAHA SERT ELEŞTİRMEK OLMUYOR MU?KURANI İYİ NİYETLE ANLAMAYA ÇALIŞMAK İLE BİR “PROJEYE” YEM OLMAK ARASINDAKİ İNCE SINIR BENCE BURALARDA BİR YERLERDE…
    SON OLARAK Y.K. DERKİ: “KURAN ASILDIR, SÜNNET USULDÜR…”

    1. Merhaba,

      Öncelikle “küçük” harfle yazsaydınız keşke 🙂

      Ben Yusuf Kaplandan bir analiz beklerdim, o çok basmakalıp ve aceleci ifadeler ile meramını serpme yoluna gitmiş. Gazete köşesi dar ama yazı disizi yapabilirdi… Kendisini “twitter” den de takip ediyorum; defterden silinmeyi bence hak etti. Görüşünden dolayı değil; sunuşundan dolayı… Yani ondan karşı taraf olarak gördüğü insanları analiz etmesini, anlamaya çalışmasını beklerdim o ise klasik bir koyu gelenekçi edasına bürünmüş, sadece suçlama oluna gitmiş/gidiyor…

      1. İncildeki “Muhtemel” ayetten değil; Kurandaki ayetten bahsediyorum. Kuran kendisinden önceki Kitapları tasdik edici olduğundan dolayı zaman zaman “biz İncil’de ve/veya Tevratta şöyle vahyetmiştik” diye göndermeler yapar. İşin ilginci “yanlış anlaşılan/çarptırılan” kısmı Kuran yine veriyor; ““Meryem oğlu İsa Mesih, ALLAH’ın elçisi ve Meryem’e gönderdiği kelimesi ve O’ndan gelen bir candır.” Yani Hristiyanların hangi ayetlerden dolayı “dinlerinde aşırıya gittiklerini” biz yine Kurandan öğreniyoruz. Fakat işin aslının öyle olmadığı bilgisini de hemen akabinde veren yine Kuran… Öte yandan “metinden her türlü yoruma gidebilme” meselesi bizi bir yere çıkarmaz. Rivayet külliyatından çok daha fazla çarptırma anlam çıkarabiliriz. Oysa ki Kuran’dan çarptırma anlam çıkarmak esasında daha zordur; zira Kuran her hangi bir metin değil; kendi ifadesi ile “çelişkisiz” bir metindir, eğer çarpıtma yapan birisi olursa bu eninde sonunda gün yüzüne çıkar. Bu arada metinin doğru anlamını Kuranda aradık da ne zaman bulamadık? Sürekli rivayet aramaktan Kurana insanların bakma fırsatı kalmış mı? (Genel eğilimi söylüyorum doğrudan bir alimi suçluyor değilim)

      2.Kuranın belirlediği alan ile “peygamber dedi ki” ile başlayan ifadelerin götürdüğü alan arasındaki açı o kadar büyük ki.. Bu “hadisler Kuranı açıklar” olayını geçmiş, sanki yepyeni bir Kitap ortaya çıkarmış. Bunun sadece teknik bir mesele omayıp çok büyük bir risk alanı oluşturduğuna dair Kurandan yeni bir çok bulgu edindim fakat olgunlaşmadığı için henüz paylaşmıyorum.

      3.Geleneği bilmek gerekir. Ben Kuranı inceleme konusunda ilerledikçe -daha yolun çok başındayım- eski alimlerin ihtilaf ettiği konuları görebiliyor, onları anlayabiliyorum. Ama “dedi ki” girdabına bir kapılındı mı o işten çıkış çok zor. Birisi için “müşrik” demekten çok imtina ederim, ama Kuran sürekli “şirk” kavramına atıf yapıyor ise bu sadece o günün insanı için olmasa gerek, bunu da söylemekten çekinmem, bu birilerine suçlama değil; bir dikkat çekme…

      “Kuranı iyi niyetle anlamak ile projeye yem olmak” konusundaki hassasiyetleri ben de taşıyorum.

      “Kuran asıldır sünnet uslüdür”e gelince… Kuranda çelişkisiz olarak bir konuda X sonuca ulaşıyorsak ve “sünnet” diye sunulan rivayetler Y siyor ise… Yusuf Kaplan yapsın tercihini… Sloganik ifadeler bir şeyi çözmez.

      Cevabınız ve ilginiz için teşekkür ederim.

  3. küçüldüm…
    başta “klasik koyu gelenekçilik” tam olarak ne demek oluyor?klasiğin de geleneğin de karşıtının “modern” olduğu açık değil mi?(açık da koyunun tersi oldu!)işte burada bir tehlike var gibi…geleneği bilmek gerektiğinde hemfikirsek bence şunlar da önemli: kuranı kuran ile tefsir ederken vardığımız sonucun sağlamasını gelenekten yapabilmeli miyiz? mesela ayeti herkesten farklı anladık diyelim, “gelenekte bunu neden ıskalamışlar”sorusu önemlidir,ille de gelenekten onay alalım demiyorum ama bunu neden görememişlerin de bir cevabı olmalı,bunun da hesabı verilebilmelidir.ya da sünnet malzemesi bizi destekliyor mu mesela?(ille de “dedi”rivayeti değil genel peygamber tavrı)
    bir de bence kuranın belirlediği alan ile rivayetlerin belirlediği alan birleştirilebilir, hatta o kadar fark yoktur bence.muhtemelen biz hadislerle tek tek karşılaşınca ya da hadisleri de anlamak için -buradaki gibi- bir çabaya ihtiyaç olduğundan(hadisin sebebi vürudu ne,aynı konudaki hadislerin toplamı bizi nereye götürüyor…)böyle oluyor gibi geliyor.mesela kuranı kerimden de öyle ayetleri seçersiniz ki sizi başka başka yerlere götürür, ama siz kuranı inceleyip bütünselliğini farkettiğiniz için bunu yapmazsınız.peki hadislere hiç böyle bütünsel bakmayı denediniz mi mesela?
    bilemiyorum,gelenekçi olmamak lazım ama geleneksiz de olunamaz, anlayamadığım çok hadis var ama rivayetlere de böyle kolay kıyamıyorum ben şahsen.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


*