Salat nedir? | 2:83

Salat nedir? | 2:83

 Lütfen ayetleri okuyunuz. Sürekli KİTAP vurgusu yapıldığına dikkat ediniz.

75.Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan   bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.

76.(Münafıklar) inananlarla karşılaştıklarında «İman ettik» derler. Birbirleriyle başbaşa kaldıkları vakit ise: Allah’ın size açtıklarını (Tevrat’taki bilgileri), Rabbiniz katında sizin aleyhinize      hüccet getirmeleri için mi onlara anlatıyorsunuz; bunları düşünemiyor musunuz? derler.

77.Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da Allah bilmektedir.

78.İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki, Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.

79.Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için «Bu Allah katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!

80.İsrailoğulları: Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler. De ki (onlara): Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz-, yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?

81.Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.

82.İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.

83.Vaktiyle biz, İsrailoğullarından: Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve «İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın (SALATI İKAME EDİN) , zekâtı verin» diye de emretmiştik.  Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.

84.(Ey İsrailoğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz.

85.Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.

86.İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.

87.Andolsun biz Musa’ya Kitab’ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da deliller verdik. Ve onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklük taslayarak kimini yalanladığınız kimini de öldürdüğünüz doğru değil mi!

 

SALAT kelimesi sizce bir ritüel mi yoksa KİTAP ile ilgili bir eylem mi?

ZEKAT VERMEK diye çevrilen kelimenin esas anlamının ARINMAK olduğunu düşünürseniz, KİTAPLA İLGİLİ BİR ŞEY/ŞEYLER YAPIN (SALATI İKAME)  VE ARININ anlamına gelmesi hakkında ne düşünürsünüz?

Ritüel anlamı çıkardı iseniz bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?

 

Örnek:

Öğretmen der ki:

Ben size ödev verdim. Matematik kitabında gerekli bilgiler yazıyor dedim. Siz işi eğlenceye aldınız. Benim söylediğimi yapmadınız. Şimdi gelmiş yakınıyorsunuz neden düşük not aldık diye. Durumunuzu düzeltmek istiyorsanız XXXX yapın ve başarıya ulaşın.

Buradaki XXXX hangi anlama gelebilir?

a) Kitapla ilgili bir şey yapmak

b) Öğretmenin gönlünü hoş tutmak için çeşitli davranışlar yapmak

 

Karar sizin…

14 thoughts on “Salat nedir? | 2:83

  1. Sadece metin üzerinde çalışarak anlamı yakalamaya çalışıyoruz sanırım. O halde “paragraf sorusu” okur gibi ayetleri okuduğumda israiloğullarının (ki kimse artık bunlar geleneğe bakmadan cevaplayacaz) namazı ikame etmeyerek ve zekat vermeyerek kitabın bir kısmına inanip bir kismina inanmadıklarını anlıyorum. Burdan salatın bir ritüel olmadığı da cikmiyor bence. “Kitapla ilgili birşey yapmak ” içi namazla da doldurulabilir bir eylem isteği olabilir…

  2. İyi ama öğretmen örneğindeki kitapla ilgili bir şey yapmak, öğretmeninin gönlünü hoş tutmak için yapılan çeşitli davranışlardan biri değil midir? Ki bunun tersi de anlamlı değil mi?

    Namaz ve salât arasındaki ilişki size de matematikteki alt küme kavramını hatırlatmıyor mu? Bazen ayetlerde kitabı çalışmak anlamı ağır basıyor. Bazen dua anlamı, bazen rahmet ya da ritüel/namaz vb… Ama hepsi salât kavramının içinde değil mi? Sanırım bu yüzden bu çok anlamlı/katmanlı kelime hep aynı sözcükle, aynı şekilde, aynı anlamla anlamlandırılamıyor. Ne kadar zorlasak da!..

    Hepimiz gerçeğin peşinde olduğumuzu söylesek de…
    Gerçeğin ortaya konmasından çok -tuhaf insan varlığımızdan, kibrimizden/egomuzdan dolayı- sözlerimizin gerçek olarak ortaya konmasını istiyoruz çoğu zaman. Maalesef bu salât için de geçerli…

  3. Ziya ve Ekrem arkadaşların ortak hatası. “Görememekte ısrar etmek”. Daha önce hiç bir dışsal bilgiyi yüklemeden salt metindeki/metinsel bütünlükteki anlamlara bakıyoruz ve “salat” ne olamaz ne olabilir bunları anlamlandırmaya çalışıyoruz. Zihninizde sürekli dışsal bir bilgiyi Kitab’a sokuşturm agayret ve telaşı oldukça “ego tam da bu oluyor” objektif olarak anlayamazsınız.
    Daha çık örnek vereyim: …”Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, “…. Dışsal bir bilgi ile “Allah kulluk etmek= burnunu günde 7 vkez duvara sürtmek” olarak içselleştirdiyseniz kimse sizi aksine ikna edemez. “İşte çok mantıklı burnunu duvara sürt yazıyor” dersiniz.

    Kelime çok anlamlı katmanı falan değil. Net. En azından “akimus’salat” dediği nokta “ayakta dur, x ritüeli yap” değil; AYAKTA TUT, DOĞRULT, AYAĞA KALDIR demek.

    Metinde anlamayacaklara AKİMU TEVRAT denilmiş, AKİMU VECHEKE denilmiş, AKİMUD DİN denilmiş. Kitapta her türlü örnek verilmiş.

    Şimdi elinizdeki o “ego” suçlamasını yavaşça yere bırakın da objektif olarak metni bağlamları içerisinde anlamaya çalışın, bir an için namaz’ı unutun, ümmi bir zihinle yaklaşın.

  4. Öyleyse Allah, madem Kur’an’ı araplara ömürleri boyunca ‘dışsal bilgiler yüklenerek öğrendikleri dilde’ değil de; mesela neden korece göndermedi?.. Hem bu konuda hepsi ümmi işte. Zihinleri kore dili hakkında pırıl pırıl… Tam senin istediğin gibi. Koreceyi arapçaya çevirsinler. Dilin insanlar arasında anlaşmayı sağlayan iletişim aracı olduğunu umursamadan çevirsinler ama ümmi bir şekilde… Nasıl çevireceklerse -hele ki sözlük konusuna hiç girmiyorum bile- Sonra salt metindeki/metinsel bütünlükteki anlamlara baksınlar, artık anlam sözcüğünden bile geriye anlamlı ne kaldıysa…

    Bir insan bebekliğinden beri kavramlara, şeylere nasıl dışsal ortak anlamlar yükle(til)meden, çevresindeki insanları taklit etmeden anlamlandırabilir ve düşünebilir ve ortak bir dilde konuşabilir?

    Kur’an salât dediğinde araplar bunu buz gibi biliyordu. Yani salât hiç bilmedikleri, o konuda ümmi oldukları korece bir kavram değil… Çünkü ayetlerde sana salâtı soruyorlar diye bir şey yok. İşte senin ve senin gibi arkadaşların ortak hatası. “Görememekte ısrar etmek”.

    1. Kuran sizin anladığınız anlamda ARAP’ÇA değildir. Elbetteki Arap lisanı kuralları üzerine kodlanmıştır ancak günlük dildeki Arapça ile farklıdır.

      Fussilet 44: Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab’a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur’an’da ne söylendiğini anlamıyorlar.)

      Şuara 198 Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, bunu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi

      Meselenin bizzatihi x ya da y dili ile alakası yok. Bu ve benzer ayetlerdeki tartışmaları iyi analiz et. Koreliye indirseydi Koreli kime okuyacaktı Şuara 198’e göre? Ayet neyi eleştiriyor? Kuranda çok sağlam “dil” tartışması ve cevapları var zaten.

      .Öte yandan Arapça zengin bir dil. Ufak durum değişikliklerinde bile başka bir kelime türetmişler. Deve kelimesi için bile 70 kelime var derler. Hal böyle iken Arapça’yı çok iyi bilen millet-i Arab’dan veya Acem’den ulemelarımız öyle bir söz konusu Kuran olunca düşüyorlar ki;
      -“Bu ayette salat dua demektir.” diyebiliyorlar. İyi de hocam “dua” kelimesi bu kitapta zaten var neden onun yerine onu kullansın? “cevap yok”.
      -Bu ayette salat destek demek. İyi de hocam o anlama gelen başka kelime de var….(cevap yok)

      Buyurun birlikte görelim. Kitap ortada, kelimeler ortada. Henüz geçerli bir önerme ortaya koyamadınız. Tek önermeniz salat= ritüel demek. Bunu raplar biliyordu. E kitaba bakıyoruz tek bir işaret yok buna dair.

      Hocam, bu Kitabın dili “acaip”. kabul edin. O yüzden dinlemeye gelen CİN’LER (Arap toplumundaki görünmez varlık inanışı değil) acaip bir kuran işittik dediler. Ve toplumlarına döndüler.

      Süleymen peygamberin gönderdiği ( mektup değil) Kitap”bismillahirrahmanirrahim” ile başlıyor. Sizin lineer tarih ve dil anlayışınıza göre Süleyman peygamber Arap mı? Kitap nasıl “besmele” ile başlar? Yoksa X dildeki ifade Arapça’ya Allah tarafından “bismillahirrahmanirrahim” olarak mı çevrildi. E o zaman haydi Türkçeye’de çevirelim. Ooo çevrilemez değil mi anlam bozulur. Hmmm…

      Konuşacak çok mesele var. Tüm itirazlarınıza Kuran’dan cevaplar var.

      Fussilet 43: Zaten sana söylenen, ancak senden önceki peygamberlere de söylenen sözlerdir; şüphe yok ki Rabbin, suçları örtme sıfatına sahip olmakla beraber elemli bir azaba da sahiptir.
      Fussilet 44: Onu yabancı dilde bir Kur’an kılsaydık: “Ayetleri açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı bir dille mi (hitab edilir)?” derlerdi. De ki: “O, iman edenler için bir hidayet ve şifadır. İman etmeyenlere gelince onların kulaklarında bir ağırlık var ve o (Kur’an) onlara bir körlüktür. Onlara (sanki) uzak bir yerden sesleniliyor.

  5. ”Kelime çok anlamlı katmanı falan değil. Net.” Böyle söylüyorsunuz. Eğer bu kadar açıksa salât, net anlamını söyleyiverin de bitsin bu gittikçe yoran, ömür törpüsü tartışma…

  6. Ego, kibir dediğiniz şey öyle “bence var” deyip kaçılacak bir “inanç” meselesi değildir. Şu yazıda kibir görüyorsanız gösterin.

    “Net anlamını söyleyiveren” de var. Siz de “kibir” deyiveriyorsunuz gidiyor işte. Bu şekilde ömür törpüsü yapan siz oluyorsunuz. Her şeyi elinin tersiyle itip namazın sıcak kucağına kendini atmak huzur, ama hayatın geri kalanında bulduğu tutarlılığı Elçi’nin mesajında aramak ise “törpü”. Ne güzel dünya…

  7. Merhaba,

    Anladığım kadarıyla sizin ve sizin gibi ‘Sadece Kur’an’ diyenlerin Kur’an anlayışı şu: Kur’an iki kapak arasındaki bir metindir. Ama sadece bir metin. İndiği dönemin, o dönemin sosyo-ekonomik şartlarının, toplumun yaşayışının, örfünün, geleneğinin ve hatta dilinin bile önemsenmediği bir metin… İndiği toplumdan ve zamandan soyutlanmış, ütopik hale getirdiğiniz ölü bir metin: tüm zamanlara ve toplumlara bila-kayd ü şart uygulanması gereken…

    Bu düşüncenizle evrenselliğe değil, deliliğe/akıl tutulmasına yaklaşıyorsunuz daha çok…

    Üstelik ilk devir hadis edebiyatını, ilk dönem İslam tarihinin reddederek ya da görmezden gelerek -hadislere olan yaklaşımınızdan dolayı ilk dönem sözlüklerini de reddetmeniz gerektiğinden- ve dahi Hz. Peygamberin yaşadığı zamanki dili ve yaşayan bir yapı olan dildeki gelişmeleri bile umursamadan… Kur’an’ın neden parça parça, 23 yılda indirildiğini ve her parçanın Hz. Peygamberin hayatındaki ve o toplumdaki derin yankılarını ve karşılıklarını bilmeden… Sanki Kur’an tek seferde indirilmiş, iki kapak arasındaki bir metin gibi, tüm ayetleri, kavramları, olayları ‘sadece ve sadece bu metnin içinde’ anlamlandırmaya çalışmak…

    Her ne kadar iyi niyetle başlamış bile olsa, bunun sonu bir çıkmaz değil mi? Bu vaktiyle ehl-i kitabın ‘Sadece Kutsal Kitap’ diye başladığı ve sonunda kutsal kitaplarını çöpe attıkları bir çıkmaz…

    Salât nedir diye sormadan önce, bu çıkmazdan çıkmalısınız önce…

    İyi günler dilerim!…

    1. Bu itiraz çok sık geliyor. Kişisel deneyimim bu itirazı getirenlerin hemen hiçbirinin kitabı okumadığı, düzenli çalışmadığı. Çünkü düzenli çalşıınca bu itirazın ne kadar geçersiz olduğu belki inanılmayacak kadar kolayca ortaya çıkıyor. Kısır döngü şurada ki çalışmayan kişiye bu masal gibi geliyor, inandırmak olanaksız. Örneğini veriyorsunuz, yine olmuyor çünkü ayeti gözüyle görmesine, yaptığınız mantıksal çıkarımı anlamasına rağmen gözünün önündeki kanıta inanamıyor. Çünkü kitaba güvenmeyi hiç deneyimlememiş. Bütün ikna çabaları boşa çıkıyor.. Ne var ki bu boşunalık Kuran çalışırının sinirini bozmuyor çünkü nasıl anlatırsan anlat anlamayacak olanlar kitapta önceden haber verilmiş; o haberi hatırlıyor ve deneyimleyerek doğrulamış oluyor.. Şimdi bunu okuyan Kuranokumazlar “ne kibirli küstah adam” falan der; yapabileceğim hiç bir şey yok, kısır döngü.

      Belki anlayan çıkar diye şunu ekleyeyim. “Önce şu konuyu hallet ondan sonra salatı çöz” gibi bir sıralama olmadığı, kitaba güvenerek salatı çözmeye çalışanlarca keşfedilebilen bir gerçek. Kitaba güvenmeyenlerin (tarihselciler, sünnetçiler vesaire) salat tanımlarıyla kitaba güvenenlerin salat tanımlarını (yanlış bile olsa) karşılaştırınca durum ortaya çıkıyor.

      Anlayan çıkar diye bir şey daha ekleyeyim. “Onlar da yalnızca Kitap diye başladılar sonra kitabı çöpe attılar” suçlaması elbette geçerli. Yalnızca Kurancıların ilçinde kitabı çöpe atacak olanlar var. Bunu bir Yalnızca Kurancı olarak söylüyorum. Ama tarafsızca insanları şu konuda uyarıyorum: Kuran yetmezcilerin övüp durdukları gelenekçi ezberci anlayışa onlardan ne kadar şey bulaşmış, oturun bunun bir muhasebesini yapın. Bir süredir bu konuyu çalışan biri olarak içtenlikle söylüyorum ki dehşet içinde kalırsınız. Titrersiniz. Yahudilikten geçenleri okuyorum, bitmiyor. Hergün yenisini buluyorum. Hristiyanlık keza. Zerdüştlüğü okuyorum, beter. Ne kadar pagan inanışı, geleneği var yarısını Müslümanlar kucaklamış. Ve Kuan yetmezciler bunlarla hesaplaşmıyor. Hiç rahatsızlık duymuyorlar. Bu olgu, aklı başında kişilere çok şey anlatmalı.

      1. Selim kardeşim, uzunca zamandır sanırım sana oranla daha zor imkanlarla-çünkü Arapça ana dilim değil-Kur an ı anlamaya ve gücü nispetince yaşamını adapte etmeye çalışan biriyim. Bende Kur an ı 20 den fazla (bazıları kısmen tefsir de içermekte) meal eşliğinde günümüz internet imkanlarını da ciddi oranda kullanarak incelemekteyim. Hatta basımı yapılmadığı için Prof.Dr.Mehmet Okuyan ın tefsir ini ancak videolarını inceleyerek takip etmekteyim. Hemen tamamının ciddi emek verdiğine inandığım bu meal ve tefsir yazarlarının ciddi bir kısmının almış oldukları geleneksel eğilimlerden etkilenerek bir kısım meal ve açıklamalara gittiğini görüyorum. Bu durumun çok iyi niyetlerle ve amaçlarla yapmış oldukları eserlerine yansıdığı konusunda bunca zaman sonra fikrim daha da netleşti. Keza rahmetli Yaşar Nuri Öztürk ( mekanı cennet olur inşallah) bu konuda ciddi eleştiriler yapmış bir kişi olmasına rağmen onun dahi bazı konularda ve muhtemelen farkında olmadan bu duruma düşmüş olduğu kanaatindeyim. Ancak tüm emek ve çabalarını çok büyük bir saygı ile karşılarım. Sayın İslamoğlu ve sayın Okuyan da kanaatimce bu gibi etkilenmişliğe tüm güzel niyet ve çabalarına rağmen uymuş olabileceği görüşündeyim. Bir bilirkişi olmadığım ve uzmanlığım olmadığı açık olmakla beraber çok değer verdiğim bu isimlerin de cüzi de olsa tercümelerde hiçbir şekilde kınamadığım ancak bu gibi bazı sıkıntıları olabileceği düşüncesindeyim. Her kim olursak olalım geldiğimiz çevreden tamamen bağımsız yargılara sahip olabilmemiz pek mümkün değildir (bu husus da benim uzmanlık alanım). Hele bilimsel olarak aynı etkilerin yoğunluklu olarak devam ettiği kurumlardan bilimsel ünvanlarını almış ve temel-ileri eğitimlerini bu kurumlarda devam ettirmiş bu değerli insanların hiç etkilenmemiş olduğunu düşünmek fazla bir naiflik olacaktır. Rabbimizin gönderdiği tüm nebi ve resüller yüreğimde vazgeçilmez güzellikler ve örnekler olarak yer etmişse de Kur an ı tek temel kaynak olarak görmekte, onun eksiksiz ve hatasız olduğuna tartışmaya açık olmadan güvenmekteyim. Allah ın sözü olan ve O’nun tarafından korunduğuna iman ettiğim Kur an yeter. Yetmez olduğunu düşünenlere ve bizlere Allah doğru yolu göstersin, bizi gazabına sebep olacak durumlarımızdan alıkoysun. Emeğinize hürmet ve teşekkürlerimle aynı düşüncede ve tespitlere ulaşmış olduğumuzdan dolayı bireysel bir memnuniyet içindeyim. Allah tüm doğrularınızın yanında olsun, kusurlarımızı fark edip düzeltmemize bir vesile olsun inşallah.

      2. Eminim ki farkındasınız sayın Hakkı Yılmaz, sayın Prof.Dr. Gazi Öztürk ve kısmen sayın Edip Yüksel ve sayın Prof Dr. Caner Taslaman da hatta belirli kısımları itibariyle sayın Y.N.Öztürk ve M.Okuyan, M.Öztürk, B.Bayraklı,M Essed e şu an aklıma gelmemiş olan (haklarını helal ederler umarım) salat hususunu sadece ritüel bir eylem olarak değerlendirmemekte ve namaz olarak (Farsça) adlandırılan ritüel ibadet eylemini yanı sıra çok daha önemli ve ciddi bir mesele olan Kur an ı anlama/anlatma eylemini içeren bir ifade olduğuna dair beyanları ve yazıları vardır. Muhkem olan asıl konunun Kur anı anlamak ve anlatmak olduğunu unutmadan ritüel eylemin anlamını da göz ardı etmemeliyiz. Bence asıl sorun Kur anı anlamak ve anlatmak asli görevimizden uzaklaşıp ritüel ibadetin sadece iddialarda var olan aşırı detaycı kurallara boğularak uygulanmaya zorlanmasıdır. Hatta buna inancın ve imanın temel göstergesi gibi bir kabule yönlendirmeleridir ki Maun süresinde açık olan durumdan Allah a sığınırım. Sonuç olarak aslen muhkemler konusunda sorumlu olduğumuz unutulmadan müteşabihlerin saygı unsuru ve amacın kesinlikle birbirimize kazandırmak olduğu göz ardı edilmeden tartışılması doğrudur diye düşünüyor, burada sizi takip edip doğru olduğuna inandıklarını iyi niyet ve saygı ile paylaşan ve benim yorumumu da okumuş olan herkese sabır ve nezaketinize şimdiden teşekkür ediyorum. Allah en iyi ve doğru olanı bilir.

        1. Uzmanlığınızın ne olduğunu bilmiyorum. Uzmanlığınız olan konuda ukalalık ediyor olabilirim. Yanlışsa düzeltirsiniz. Benim okuduğum ve gördüğüm kadarıyla “ritüel” dediğiniz şey (ben Türkçe karşılığı olan töreni kullanıyorum) bir reçete olarak buyurulacak şey değildir. Öğretmen gelince ayağa kalkmak ve onun selamını almak öğretilmiş bir törendir, kuraldır ama sınıfta yapılan işin bu olduğunu söylemek olanaksızdır. Başka bir zamanda ve yerde dersler bu tören olmadan başlayıp bitse, orada eğitim yapılmadığını söyleyecek değiliz. Törenler zamanla kendiliğinden ortaya çıkar. Sıradan selamlaşma biçimlerini düşünün. Her gün yinelenen iyi dilek cümlelerini, hediyeleşme törenlerini falan düşünün. Bunlar kural değildir, yalnızca yaygın uygulama olduğu için benimsenmiş şeylerdir. Bu törenleri amaca uygun benzerleriyle değiştirdiğinizde o işlev yine devam eder. “Selam” demek yerine “günaydın” demeye başladığınızda, “selametle git” yerine “hoşça kal” veya “uğur ola” demeye başladığınızda sizi selam vermemekle suçlamazlar. Ama namazı Türkçe kılmaya başladığınızda “o namaz olmadı” demeye başlarlar. Sonra elinize Kuran’ı alıp oradan okumaya başlarsınız, o hiç olmamıştır zaten. Sonra seccadeyi bırakır, ayakta Kuran okursunuz, ohoo, namazı çoktan bıraktınız. Sonra ayakta durmayı da bırakıp şimdi yaptığınız gibi bilgisayar başında iş yapar gibi, finale çalışır gibi çalışırsınız; siz artık gerçek bir zındıksınız. Benimseyip kuşku bile duymadığımız doğrular “dindışı” alanından “din” alanına geçince herşeyin nasıl altüst olup kafaların karıştığına bir örnek olmuştur umarım. Saygılar.

  8. Başlarda sizin sorduğunuz soruyu ben de çok sormuştum. Ama Kuran’ı okudukça ve ona güvendikçe bu soru anlamını bende yitirdi. Bu soru bizatihi bizim seküler evet seküler din algımızdan kaynaklanıyor. Bu dünyanın en seküler adamları dindarlardır. Seküler anlayış sinsice damarlarda gezinmektedir. Seküler anlayış “ee tanrıya sunaklar sunacak tapınak nerde hani?” sorusunu sorarak başlıyor. Tapınaktan çıkınca dün-ya hayatı devam ediyor…

    Ne demek istiyorum?

    Mustafa İslamoğlu der ki “Dindarlığını Allaha göster, bana insanlığın lazım! (8 Şubat 2017 – twitter)

    Bu tam seküler bir söylem. Belki M. İ sizin için tam örnek bir isim olmayacak ama kendisi de birçok yönden sizin yorumda belirttiğiniz hususlara katılır. Yalnızca Kuran ve geleneksel olan ile tam arada durduğu için bence yerinde bir örnek isim.

    Aslında mesele burada kopuyur. “Dindarlık” Allah’a gösterilen bir şey olarak algılanıyor; Din “Allah” ile ilgili bir alan. Bir de dünya işleri var. İnsanlık dediği şey dünyaya ait bir alan. İşte sekülerlik. Din işleri dünya işleri…

    Seküler anlayışın mesela “GDO” meselesi ve Kuran/hadis gibi bir derdi yoktur. Seküler anlayışın mesela “insan hakları evrensel beyannamesi” ve Kuran/hadis diye bir derdi yoktur. Olsa olsa “insan hakları evrensel beyannamesi” yokken veda hutbesi vardı… düzeyinde mesleye yine seküler yaklaşırlar. Mesela “hak” kavramından yola çıkılarak şu anda dünyanın başına ne çorap örüldü hiçbir hutbede konu edilmez.
    “Taşınmazların kiralanması ve doğuracağı haksızlıklar” konulu bir konferansa katılmış olmak “bugün Allah için ne yaptın” sorusunun kapsamına girmez.
    Onların tek derdi orucu ne bozar, sakal ne kada uzar, tadil-i erkan, tecvidli Kuran gibi konulardır.
    Toparlarsam; Kuran tam da günümüze hitap eden bir Kitap. Kullandığı dil her devrin sorunlarına çözüm üretecek mükemmellikte. Eskilerin sorunlarını tam bilmiyoruz. Günümüzün sorunları fark ettiysek Kuran karşısında derilerimizin ürpermesi lazım.
    Yani belki de Muhammed peygembere “mecnun” demelerinin sebebi buydu; sizin “ deliliğe/akıl tutulmasına yaklaşıyorsunuz ” dediğinizle benzer gerekçeler

Ziya için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


*